Dil gelişimi aslında tahmin edilenden çok daha erken, çocuklar doğmadan önce başlamaktadır. Bebeklerin anne karnında etraflarında konuşulan dili dinlemeye başladıkları bilinmektedir. Yeni doğan bebeklerin daha üç günlükken annelerinin sesini başkalarının seslerinden ayırt edebilmeleri, kendi dillerini yani anne karnında iken duydukları, başka dillerden ayırt edebilmeleri bunun kanıtıdır( deCasper ve Fifer, 1980; Mehler vd. , 1988) yeni doğan bebeklerin emzik emme hızını ölçen bir mekanizma ile, bebeklerin hangi sesleri ya da dilleri dinlemeyi tercih ettikleri tespit edilebilmektedir. Yapılan deneyde, emziği emme hızının artması, bebeklerin anne karnındayken özellikle hamileliğin son aylarında duydukları şarkıları ya da hikayeleri doğduktan sonra da dinlemeyi tercih ettiklerini göstermektedir (deCasper ve Spence, 1986). Başka bir deneyde de anneler hamileliklerinin otuz dördüncü haftasından otuz sekizinci haftasına kadar belirli bir öykü kitabını yüksek sesle okumuşlardır. Daha sonra anne karnındaki fetusa aynı hikaye ve daha önceden duymadığı başka bir hikaye dinletilmiştir. İlk hikayeyi duyduğunda fetusun kalp atışlarının yavaşladığı gözlemlenmiştir; bu da fetusun daha önceden duyduğu hikayeyi tanıdığını ve tercih ettiğini göstermektedir (deCasper vd.,1994).
Bebekler doğar doğmaz sadece kendi dillerindeki sesleri değil, bütün dünya dillerindeki sesleri birbirinden ayırabilecek bir kulağa sahiptirler( Eimas, Miller ve Jusczky,1987). Kendi dillerine maruz kaldıkça bu yeteneklerini hızla kaybederler ve 10 12 ay civarında sadece kendi dillerindeki seslere karşı hassasiyetlerini korudukları görülür. Örneğin, japonca’yı ana dili olarak edilen çocuklar kendi dillerinde olmayan r-l farkını doğar doğmaz duyabilmelerine rağmen, 10 ay sonrasında r ve l sesini ayırt edemezler. Çocukların doğumlarından itibaren kendi dillerine karşı hassasiyetleri başka çalışmalarda da gözlemlenmiştir (Vouloumanos ve Werker,2007).
Bebeklerin yaklaşık 3 aylık olduklarında sadece sesli harflerden oluşan bir repertuarı vardır Bu dönemde çıkardıkları sesler henüz konuşma sayılmaz, çünkü bu sesleri iletişim kurmak amacıyla değil dürtüsel olarak çıkarırlar. 6 ay civarında çocuklar çıkardıkları sesli harflere sessiz harfleri de ekleyerek 1 sesli 1 sessiz harften oluşan heceler üretirler. Agulama (babbling) adı verilen bu dönemde üretilen bababa, dedede gibi sözcüğe benzeyen yapılar da henüz konuşma olarak kabul edilemezler, çünkü bunlar da birini ya da bir şeyi adlandırmak için değil, yine dürtüsel olarak, rastgele çıkarılan seslerdir. Çocuk Baba sözcüğünü tesadüfen babasına seslenirken de oyuncağı ile oynarken, karnı acıktığında ya da annesini çağırırken de kullanabilir .Ayrıca bu dönemde çocuk kendi dilinde olmayan bazı sesleri de türetebilir ve ayırt edebilir. Bu sesler zamanla yerini sadece çocuğun edindiği ana dilde bulunan seslere bırakır ve çocuk kendi anadilinde olan sözcüklerin ses yapısına benzeyen, dolayısıyla kendi dilindeki sözcüklerin ilk formları kabul edilebilecek ses dizeleri türetmeye başlar (Werker ve Tess, 1999). Agulama döneminde sağır çocuklarda diğer çocukların ki ne benzer bazı sesler çıkarabilirler ancak duyan çocukların ürettikleri sesler zamanla sözcüklere dönüşürken, çocukların sesleri gitgide azalır ve kaybolur. Agulama döneminde işaret dili edinen çocuklarda yetişkin işaret dilinde anlamı olmayan bazı el işaretleri yaparlar (Petitto ve Marentette, 1991). Başka bir deyişle, işaret dili edinen çocuklar da agulama dönemini geçirirler. Hem işaret dili hem de konuşma dili kullanılan ortamlarda büyüyen çocukların agulama dönemindeki el işaretlerinin sadece işaret dili gören çocuklarınkinden farklı olması, agulamanın evrensel özellikler göstermediğinin, çocuğun etrafında konuşan dilden etkilendiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir (Petitto vd.,2004).