Yazar: admin

  • Öğrenme Güçlüğü Nedir Öğrenme Güçlüğünün Nedenleri

    Öğrenme Güçlüğü Nedir Öğrenme Güçlüğünün Nedenleri

    Öğrenme Güçlüğü Nedir

    Zekâ işlevi bakımından normal görünen ancak akademik ve sosyal alanlarda bazı güçlükler yaşayan bireyler grubunu tanımlamak için kullanılan kavramdır.Öğrenme güçlüğü tanımı ilk olarak 1960’ların başında ortaya atılmıştır.

    Öğrenme güçlüğü tanımını akademik terimlerden arındırdığımızda şu şekilde tanılayabiliriz;

    Normal veya normal üstü zekaya sahip bireylerin okuma,yazma,matematik ve sözel dili kullanımı alanında akranlarının gerisinde olma durumu olarak tanılayabiliriz.

    Öğrenme Güçlüğünün Nedenleri

    Nedenleri tam olarak bilinememekle beraber genellikle beynin işlev tarzından kaynaklandığına inanılmaktadır.Bazı genetik özellikler de sebep olabilmektedir.Örneğin anne ve babadan birinde okuma güçlüğü varsa çocukta da olması beklenilebilinir.

    Öğrenme Güçlüğünü Tanılama

    Öncelikle öğrenme güçlüğü tanılaması güç olan bir engel grubudur çünkü öğrenme güçlüğü grubunda bulunan bireyler farklı özellikler sergileyebilmektedir.

    Tanılaman sürecinde ülkemizde kullanılan yöntem şu şekilde ilerlemektedir;

    Okuldaki öğretmenlerin ve ailenin gözlemleri doğrultusunda öğrencinin öğrenme sürecindeki zorlanmalarının nedenleri sorgulanmaya başlanır.

    Psikiyatri doktoru önderliğinde bir klinik psikolog tarafından bireye formal olarak kullanılan (wiscr,wisc 4,asis,cas vb) testler uygulanır.Bireyin zeka seviyesi normal veya normal üstü ise  ancak akademik olarak düşük başarı gösterme ya da öğrenmede problem yaşıyorsa psikiyatristin değerlendirmeleri sonucu tanılamaya gidilir.Burada öğrenciye bazı yardımcı testler de yapılabilinir (disleksi batarya test,erot vb) gibi.

    Öğrenme Bozuklukları

    Disleksi: Öğrenme güçlüğü çerçevesinde bireyin okuma ve okuduğunu anlamada yaşadığı problemlere verilen addır.

    Diskalkuli: Öğrenme güçlüğü çerçevesinde matematik alanında sorun yaşamaya verilen addır.

    Disgrafi: Öğrenme güçlüğü çerçevesinde yazma bozukluklarına verilen addır.

    Sosyal Öğrenme  Güçlüğü : Öğrenme güçlüğü çerçevesinde bireyin sosyal öğrenmesinde yaşadığı güçlüklerdir.

    Örnek Olay:

    Mine 3. Sınıfa giden bir öğrencidir.Mine okul öncesi dönemde bazı kelimeleri telaffuz ederken zorlanmaktaydı. Olayları anlatırken sık sık dün,bugün yarın hataları yapmaktaydı.Ailesi ve okul öncesi öğretmenleri sağını ve solunu öğretmekte çok zorlanmışlardı. Sürekli öğretmelerine rağmen Mine hep unutur karıştırırdı.Annesi Mine’ye kızım oyuncaklarını topla dağınık bırakma dediğinde Mine tamam anne demesine rağmen toplamayı unutur, eşyalarını ve kıyafetlerini hep dağınık bırakırdı. Zaten biraz unutkanlığı vardı. İlk okula gidecek yaşa geldi ama düğme ilikleme de  hala zorlanmaları olmaktaydı.ilk okul 1. Sınıf 1. Döneminde öğretmen:‘karpuz’ ,’kalem’,’yılan’ gibi kelimeler hangi sesle başlar hangi sesle biter diye sorduğunda Mine çoğunlukla hata yapar cevap veremezdi. Harfleri öğrenirken çok zorlandı özellikle b-d harfini sık sık karıştırırdı bazen de z harfini ters yapardı.Harfleri birleştirmeye sıra geldiğinde sürekli yanlış birleştirmeler yapardı.Bütün akranları okumaya geçtiğinde Mine daha tam okuyamıyordu. Okurken bazı harfleri yanlış okuyor, heceleri atlıyor bazen de kelimeleri tamamen yanlış okuyordu.Okuma bittikten sonra da okuduğunu bir türlü anlatamıyordu. Yazma konusununa gelince sürekli harf atlıyor , büyük küçük harflere dikkat etmiyordu. Özellikle söyleneni yazma konusunda söylediğim cümleyi sürekli tekrar ettiriyordu. Matematik konusuna gelince bazen 9 ile 6 yı karıştırdığı oluyordu. Matematikde daha iyi durumdaydı.2 sınıfa geçtiğimizde  artık matematikte toplama çıkarma yapabiliyor ama problem sorularını yaparken sorunlar yaşıyor bir türlü soruyu anlamıyordu.Bunların yanı sıra hala günleri, ayları öğrenememiş günlerin ve ayların hangisi önce hangisi sonra gelir diye sorulduğunda sık sık karıştırıyordu. Saati de bir türlü öğrenememişti.Nihayet 3. Sınıfa geçtik. 3. Sınıfta artık daha hızlı okuyabiliyor ancak yine sık sık hatalar yapıyor sıklıkla satır atlıyor, Dikkatini derse çok veremiyor  sürekli dikkati dağılıyor.Derslerini yaparken sürekli ben yanında olmak zorunda kalıyorum.Matematik de problemleri hala yapamıyor. Aslında biliyor ama bildiklerini bir türlü uygulayamıyor.Çarpım tablosunu çok ezberletmeme rağmen ezberleyemedi sürekli unutuyor.

    Yukarıda öğrenme güçlüğü yaşayan bir öğrencinin geçirebileceği süreç kısaca anlatılmıştır

    Öğrenme Güçlüğüne Sahip Bireylerin Bazı Özellikleri:

    • Okumayı ilk öğrenirken harfleri birleştirmede zorlanma.
    • Okuma ilk öğrenirken sesleri hissetmede zorlanma.
    • Okurken veya yazarken bazı harfleri ya da heceleri atlama veya ters yazma.
    • b-d harflerini sık karıştırma.
    • Okuduğunu anlamada zorlanma.
    • Yazı düzenine uymada problemler (harflerin boyutlarının birbirinden oldukça farklı olması)
    • Olay anlatırken kullandığı kelimeleri yerine uygun seçememe.
    • Çarpım tablosunu ezberleyememe.
    • Sık unutma.(bellek problemleri)
    • Sağ sol karıştırma
    • Mekânsal algılama ve üç boyutlu düşünmede problemler.
    • Zaman kavramlarını; dünü bugünü yarını karıştırma.
    • Saat okumayı öğrenememe.
    • Muhakeme yeteneğindeki güçlükler.
    • Dağınıklık
    • Sakarlık
    • Dikkatini sürdürmede problemler.
    • Konu üzerinde defalarca çalışılmasına rağmen öğrenememe.
    • Sosyal beceri eksikliği.
    • Öğrendiklerini farklı ortamlarda genelleyememe.
    • Motor ve koordinasyon problemleri.
    • Özgüven eksikliği.
    • Genelleme problemi.
    • Üst bilişsel sorunlar .

    sıralayabiliriz.

    Yukarıda verilen özelliklerden bazılarını açıklamak istiyorum.

    Zayıf güdülenme:

    Bireyin harekete geçme dürtüsü olarak tanımlaya biliriz güdülenmeyi. Öğrenme güçlüğü olan bir öğrenci düşünelim bu öğrenci başarısızlığının nedenlerini kendine açıklarken başarısızlığını kendinin yeteneksizliğinden kaynaklandığını düşünür, onun için başarısızlık durumunda daha fazla çalışmak önemli değildir zaten yapamıyorum diye inancını ve güdülenmesini kaybetmiş hale gelmiştir. Başaran arkadaşları ya daha iyi şartlara sahiptir ya şanslıdırlar veya öğretmen onları daha çok seviyordur. Bu durumda öğrenci başarılı olmak için çaba harcamayı tamamen bırakır. Böyle durumlarda yapılması gereken öğrencinin sınıf öğretmenin sınıf içerisinde öğrencinin aktif olmasını desteklemeli öğrencinin sorumluluk alarak başarabileceği görevler verip özgüvenini artırmalıdır. Ebeveynlerde ev içerisinde ya da günlük hayatta öğrencinin yapabileceği görevler vererek onu ödüllendirip başarı duygusu ile tekrar karşılaştırmalıdırlar. Bunlar sonucunda içsel motivasyonunu kazanan öğrenci içsel güdülenmeye de sahip olmaya başlayacaktır.

    Genelleme problemi

    Bu durum şöyle açıklana bilinir; okulda toplama işlemi öğrenen öğrenci işlemlerde toplamayı yapabilir ancak markete gittiğinde aldığı ürünlerin fiyatlarını toplarken  zorlanır. Bu durum genelleme problemidir, öğrencinin öğrendiği bilgileri günlük hayatta uygulayamaması durumudur. Bu durumun üstesinden gelirken   öğrenciye öğretilen bilgileri günlük hayatta uygulaması için ortam oluşturulmalı ve öğretici öğrenci ile sesli düşünme çalışmaları yaparak var olan bilgiyi organize bir şekilde kontrol etmeyi ve uygulamayı öğretmelidir.

    Sosyal Beceri Eksikliği:

    Bu tür sorunlarda öğrenciler arkadaş edinememe, başkaları ile iletişim kuramama, oyunlara katılamama sosyal çevreden uzaklaşma olarak sıralanabilir. Öğrenci genelde evde kendi başına bilgisayar ya da tablet ile oynar arkadaşları ile vakit geçirmek istemez. Bu gibi durumlarda öğrencinin kendini iyi hissedeceği kendini akranlarına rahatça açabileceği ortamlarda sosyal beceri desteklemesi yapılabilinir. Örneğin yapılandırılmış drama grupları bu öğrenciler için mükemmel ortam sunmaktadır.

    Bellek, Bilişsel ve Üstbilişsel Problemler:

    Bellek sorunları: Öğrenme güçlüğü yaşayan öğrenciler bir bilgiyi öğrenmede sorunlar yaşayabildiği gibi öğrenilen bilgiyi işleme de veya hatırlamada da problemler yaşayabilirler. Yeni öğrenilen bilgi ile eski öğrenilen bilgi arasında ilişki kurması gerektiği durumlarda zorluk yaşadıkları sık gözlemlenir. Yapılması gereken bir biri ile ilişkili konu anlatılacaksa yeni konudan önce eski konunun tekrarı sağlanmalı hatırlatıcı ipuçları oluşturulmalıdır.

    Burada ekstra bir örnek vermek işitiyorum. 6. Sınıfa giden bir öğrenci matematikte üslü ifadeler konusunu görüyor konu aslında öğrenecek ancak çarpım tablosunu 6. Sınıfa kadar çok kez denemiş öğrenmesine rağmen sürekli unutma problemleri yaşamış, çarpım tablosunu bilmediği içinde yeni konuyu öğrenemiyor. Yapılması gereken ders çalışma masasının karşısına çarpım tablosu asmaktır çünkü öğrenci çarpım tablosu olmaz ise yeni konunun bilişsel süreçlerinde kavramaktan mahrum kalacaktır. Sonrasında hafızayı desteklemek için yeni ezberleme stratejileri veya bellek çalışmaları desteği almalıdır.

    Üst Bilişsel Sorunlar: Üst biliş bireyin düşüncelerini nasıl kontrol edeceği var olan bilgiyi nasıl kullanabileceği anlamına gelir. Bu beceriye sahip olan öğrenci nasıl çalışması gerektiğini bilen, kendi öğrenme sitilini tanımış öğrencilerdir. Bu beceriye sahip öğrenciler gününü iyi bir şekilde planlayabilir zaman yönetimi gelişmiştir. Bu becerisi yeteri kadar gelişmemiş olan öğrenci kendi sorumluluklarını yerine getirirken zorlanmaktadır. Ödevlerini yaparken hep yardıma ihtiyaç duyar çünkü nasıl bir yol izlemesi gerektiğini tam olarak bilmemektedir. Yapılması gereken öğrencinin ödevlerini yaparken ona stratejiler geliştirmek ve öğrenciye destek vermektir. Bu desteği daha sonra kademeli olarak azaltmaktır.

                Öğrenme Güçlüğü Olan Bireyler Nasıl  Desteklenmeli?

    Öğrenme güçlüğü olan öğrencilerin gerekli ve doğru eğitimi alması çok önemlidir. Şöyle düşünülebilinir öğrenci normal eğitim gördüğü sınıfında sınıf öğretmeninden ders almaktadır ancak akranlarına uygulanan eğitim metodlarını öğrenci tam olarak anlamlandıramadığı için   öğrenci akademik olarak geri kalmaktadır. Bu durum öğrenci üzerinde özgüven eksikliği yaratmakta özgüveni düşük olan öğrenci de içine kapanık hale gelerek zaten öğrenemiyorum deyip, kendini geri plana çekmektedir.Akranları tarafından ‘tembel’ etiketini alan öğrenci için eğitim hayatı ve sosyal yaşamı zorlu bir hal almaktadır.Bu durumda izlenmese gereken yol şu şekildedir;

    Öncelikle yapılan formal zeka testleri sonucunda belirlenen ve akranlarının gerisinde yada sınırda olduğu düşünülen üst bilişsel becerilere yoğunlaşmak veya üstün olduğu üst bilişsel alanı dikkate alıp öğretilenleri o üst bilişsel alana uygun şekilde hazırlayarak öğrenciye sunmaktır.

    Örneğin; öğrenci için yapılan zeka testinde öğrencinin işlemleme hızında veya sözel kavrama alanında problemler yaşadığı belirlendi ise öğrenci ile akademik olarak okuma yazma çalışırken bunun yanında işlemleme hızı ve sözel kavrama da çalışılmalıdır.

    Öğrenci okuma ve yazma hatalarını dikkat kaynaklı yapıyor ise öğrencinin akademik çalışmalarına görsel ve işitsel dikkat çalışmaları da eklenmelidir. Öğrenci için hazırlanan akademik çalışalar öğrencinin dikkatini çekecek şekilde yapılandırılmalıdır.

    minimental.com.tr

    Özel Eğitim Öğretmeni

    Samet BURUK

  • ÇOCUKLARIN DİL VE KONUŞMA GECİKMESİ

    ÇOCUKLARIN DİL VE KONUŞMA GECİKMESİ

                   ÇOCUKLARIN DİL VE KONUŞMA GECİKMESİ ÖNEMLİ NOKTALAR DİKKAT     EDİLMESİ GEREKENLER

           Halk arasında  Konuşma ve dil genellikle aynı kavramlar olarak algılanır. Ancak ikisi arasında fark vardır. Konuşma, dilin sözlü ifadesidir ve seslerin ve kelimelerin oluşturulma şekli olan çene, dil, dudak. yumuşak damak hareketlerini içerir. Dil, bilgiyi anlamlı bir şekilde ifade etme ve alma sisteminin tamamını ifade eder. Bu nedenle bazen çocuğunuzun alıcı dil (anlama) becerileri iyi olabilir, ne söylediğinizi anlar, ancak ifade edici dil sorunları vardır, yani söylemeye çalıştıkları kelimeleri çıkaramazlar. Dil sorunu olan bir çocuk kelimeleri iyi telaffuz edebilir, ancak ikiden fazla kelimeyi bir araya getirme, ekleri kullanma kelime dağarcığı vb alanlarda sorun yaşarlar.

          Çocuk, dünyaya geldiği andan itibaren görme, dinleme ve taklit yoluyla çevresini tanır, ilk kelimelerini bu şekilde üretmeye başlar. Bazı çocuklar erken yürür, bazıları ise erken konuşur. Bazıları geç yürür, bazıları geç konuşur. Her çocuğun gelişim hızı kendine göredir. Çocuklarının dil ve konuşma  gelişimi için 2-5 yaşları kritik öneme sahiptir. Ebeveynler çocukların dil ve konuşma gelişimi akranlarına göre gözlemlediklerinde neyin normal, neyin olmadığını farkına varabilirler, Ebeveynler çocukları için endişelendiklerinde çevrelerinden sık sık şu yorumları duyarlar: ”Babası da geç konuştu.” “Büyüyünce geçer” , “Komşunun oğlu da böyleydi,geçti” gibi yorumlar çocukları ile ilgili profesyonel  yardım   gerekip gerekmediğini veya çocuğun dil ve konuşma gelişiminin normal  olup olmadığını anlama konusunda kafa karışıklığı yaşamalarına neden olur.

       Peki konuşma ve dil gelişimi için gelişimsel normaller nelerdir?  12 aydan   önce, bebekler çevreleriyle ilişki ve etkileşim kurmak için göz kontağı, çeşitli jest mimik(gülümseme, yüz ifadeleri) seslerini kullanıp kullanmadıkları iyi takip edilmelidir. Babıldama ve gığıldamalar, konuşma gelişiminin ilk aşamalarıdır. Babıldamlar çocuğunuzda yoksa dil ve konuşma gelişimi açısından çocuklar risk altındadır. Çocuk dili kelimeleri genellikle aynı hecenin tekrarına dayalı olarak ortaya çıkarılan kelimelerdir.  Bebekler genellikle 9 ay civarında, sesleri birbirine bağlamaya (ba..ba..ba), farklı konuşma tonlarını birleştirmeye ve cici, mama, meme, ninni, nine, kaka, coco…vb gibi kelimeleri söylemeye başlarlar, bazen bu kelimeler  yaklaşık 12-15 aylık olana kadar söylemezler. Bebekler 12 aydan önce seslere dikkat eder ve 9 aydan itibaren yaygın nesnelerin  isimlerini tanımaya başlamalıdır. Ayrıca kişileri ve nesneleri dikkatle izleyen ancak sese tepki vermeyen çocuklar işitme kaybı belirtileri gösteriyor olabilir.

         12-15 aylıkken, çocuklar ses dağarcıklarına p, b, m, d veya n sesleri gibi konuşma seslerini eklemiş olmalıdır. Çocuklar ebeveynleri tarafından modellenen sesleri ve kelimeleri taklit etmeye başlamalı ve  “Anne” ve “Baba” dışında bir veya daha fazla kelime söylemelidirler.

      18-24 ay arasında çocukların dil ve konuşma gelişimleri değişkenlik vardır. Bu dönem dil patlaması olduğu dönemdir. Çoğu yeni yürümeye başlayan çocuk 18 aylıkken yaklaşık 20 kelime ve iki yaşına geldiklerinde 50 veya daha fazla kelime söyler. Çocuklar iki yaşına geldiklerinde, iki kelimelik cümleler oluşturmak için kelimeleri bir araya getirmeye başlarlar. İki yaşındaki bir çocuk da yaygın kullanılan ortak nesneleri adlandırabilmelidir.   2-3 yaş aralığındaki bir çocuğa bildikleri bir nesnenin kitaptaki resmini işaret ederseniz, size bunu söyleyebilmeleri gerekir. Ayrıca sorulduğunda yüzün kısımlarını göstermeli  ve ” oyuncağı al ve bana ver” gibi iki aşamalı yönergeleri anlamalı ve .yerine getirmelidir.

        İki yaşından üç yaşına kadar, çocukların ifade edici dil becerileri sürekli artış gösterir. Yeni yürümeye başlayan çocuğunuzun kelime dağarcığı sayılamayacak kadar çoktur ve üç ve dört kelimelik cümleler  kurmalıdır. Ayrıca 3 yaşındaki bir çocuk masanın üzerine bir şey koymanın veya yatağın altına bir şey  koyma gibi konum bildiren kelimelerin ne demek olduğunu anlamalı ve basit renkleri tanımalı ve büyük ve küçük gibi tanımlayıcı sıfatları bilmelidir.

         Çocuğunuzun konuşma ve dil gelişimi ile ilgili endişeleriniz varsa, dikkat etmeniz gereken bazı önemli noktalar vardır. 6 ile 9 aylıkken sese tepki vermeyen veya ses çıkarmayan bir bebek, 12. ayda işaret etme veya “güle güle, bay bay” gibi jestleri kullanmayan, 18. ayda iletişim kurmak için sözcükleri ve seslendirmeyi kullanmak yerine jestleri tercih eden, sesleri taklit etmekte zorlanan, 18 aya kadar  basit  sözlü talepleri anlamakta güçlük çeken çocuklar dil ve konuşma gelişimi açısından risk altındadır..

        Çocuk iki yaşından büyükse, sadece basit konuşma veya motor taklitleri  varsa, ancak kendi kendine kelime veya kelime öbeği üretmiyorsa, Pendik Dil ve Konuşma Terapisi ve işitme muayenesi için yönlendirilmelidir, sadece belirli kelimeleri söylüyorsa ve bu kelimeleri sürekli tekrar ediyorsa, basit yönergeleri izleyemiyorsa, seslerinde alışılmadık bir ton varsa, anlaşılması yaşlarına göre beklenenden daha zor ise mutlaka bir çocuk psikiyatrisine başvurulmalıdır..

      2 yaşında, çocuklarının söylediklerinin %50 si. 3 yaşında bir çocuğun söylediklerinin %75, ve 4 yaşında bir çocuğun söylediklerinin %100’ü anlaşılır olmalıdır.

            Dil ve Konuşma Terapisti

                     İlyas ÇOBAN

  • OKUMAK İSTEMEYEN ÇOCUKLAR

    OKUMAK İSTEMEYEN ÇOCUKLAR

    Okumayı henüz yeni öğrenmiş ya da öğrenmekte olan okurlar, yeni edindikleri bu beceri ile birlikte bağımsızca öğrenme dünyasına ilk adımlarını atmaktadırlar. Adımların heyecanlı, istekli ve ileriye doğru olması beklenirken, bazen şöyle bir ses yükselir: “OKUMAKTAN NEFRET EDİYORUM!” O adımlar adeta geriye doğru atılıyor gibidir.

    Eğer bunu söyleyen henüz ilkokul 1. Sınıfta olan bir çocuk ise anne-babalar için de zorlu bir süreç olabilmektedir. Bir tarafta bekleyen ev ödevleri, bir tarafta ilkokula daha yeni başlamış bir çocuk, diğer taraftan anne-babanın hissettiği endişe, öfke, korku gibi duygular.

    Okumaya karşı çocuğunuzda tekrarlayan bir isteksizlik hali söz konusu olduğunda, bunu anne-baba ve çocuk arasında gerçekleşen bir mücadeleye dönüştürmeden, bunun anne-babanın değil de çocuğun meselesi olduğunu bilerek yaklaşmak, yaşanan bu zorluğu anlamak üzere atılabilecek ilk adım olabilir.

    Sonrasında, okumak konusunda neden isteksiz olduğunu anlamaya çalışmak, bu isteksizliğin ardında neler olabileceğini anlamak önemli. Henüz anlaşılmamış Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) ve ÖÖG’den kaynaklanan zorluklar bu isteksizliğin nedeni olabilir. Bu bakımdan öncelikle okuldaki öğretmeniyle görüşmek ve okulda başka hangi güçlükler yaşadığıyla ilgili bilgi almak, bir uzman desteğine başvurmadan önce durumu anlamanızda yardımcı olabilir. Eğer okuma isteksizliğine eşlik eden başka zorluklarda varsa gecikmeden gerekli uzman desteğine başvurmak sıradaki adım olabilir.

    Okuma isteksizliğinin ardında olabilecek birkaç olası neden ve çocuklara destek olabilmek için birkaç öneriyi aşağıda bulabilirsiniz.

    1- Tercih sunmak:

    Tüm günü okulda geçiren ve sabah erken kalkması gerektiği için erken uyuması gereken çocuklar eve geldiğinde oyun oynamak, ekranda zaman geçirmek, ailesiyle birlikte özgürce zaman geçirmek isteyebilmektedir. Okuldan verilen, özellikle okuma ödevleri çocuğun ilgisini çekmediğinde de çocuk isteksiz olabilmektedir. Bu durumda ödevi parçalara bölmek ve önce hangi kısmını yapmak istediğini sormak, ödev yaparken ara vermesine izin vermek ve aralarda ne yapmak istediğini sormak, çocuğun kendi zamanını nasıl harcayacağı konusunda, ona da söz hakkı verecektir. Bu esnek program içinde çocuk hem ihtiyaçlarının gözetildiğini hissedecek, hem de ödevlerini keyifle tamamlamanın mümkün olduğunu deneyimleyebilecektir. Başlangıçta anne-babayla birlikte yapılan ve ödevlerle birlikte diğer talepleri de içeren bu planlama zamanla çocuk tarafından içselleştirilecek ve güdülenmek için anne-babaya duyulan ihtiyaçta azalabilecektir.

    2- Önce dinleyici, sonra okur:

    Gelişimsel olarak, çocuklar önce dinlediğini sonra okuduğunu anlayabilirler. Yani dinlediğini anlama okuduğunu anlama için ön koşuldur. Çocuklara yüksek sesle ve özellikle resimli kitaplar okunması bir taraftan dinlediğini anlama becerisini desteklerken, diğer taraftan yetişkinin istekli okur tarafı çocuk için model oluşturabilmektedir. Okurken dramatize etmek, tiyatral ifadelere yer vermek çocuğun okuma materyallerine ilgisini arttırabilmektedir. Yine okuma ödevlerinde de önce yetişkin sonra çocuk tarafından okuma yapıldığında, çocuk okuduğu şeyi daha iyi anladığından, okumak konusunda daha istekli olabilmektedir.

    3- Her yerde kitap:

    Dokusu, kokusu, sesi, merak uyandıran resimleri olan kitaplar bile, günümüzde, çocuklar için bazen yeteri kadar istek uyandırmayabilmekte. Fakat aynı kitabın sayfaları tablet ekranında olduğunda işler bir anda değişebilmekte. Çocuklara daha istekli okurlar olma yolunda destek olurken, elinizdeki kitabın sayfalarını tarayarak dijital ortamda okumalarına olanak sağlamak onlara yardımcı olabilmektedir.

    Ayrıca; kütüphane ziyaretleri, kitapçılarda geçirilen zamanlar, evde yetişkinlere ait bir kitaplığın bulunması, anne-babanın kendilerine ait zamanlarda kitaplarla ilgilendiklerini gözlemlemek kitapları ve okumayı dünyalarının doğal bir unsuru olarak görmelerine yardım edebilecektir.

    4- Biraz çaba:

    Çocuklar okumanın sıkıcı olduğunu, okumayı sevmediklerini hatta dozu biraz daha arttırarak okumaktan nefret ettiklerini söylerken, asıl neden bazen okumayı öğrenme ve geliştirmenin çaba gerektirmesinden kaynaklanabilmekte. Bir taraftan kendi okumalarını beğenmezken diğer taraftan da çok çaba sarf edip ve bir de bunun her zaman böyle gideceğini düşünebilmektedirler. Bu durumda çocuklarla bu konuyu konuşmak, bu becerileri edinirken ancak tekrar ederek gelişebileceklerini onlarla paylaşmak, yakında artık çok daha kolay okuyabileceklerini onlara göstermek ve söylemek, hiç bitmeyeceklerini düşündükleri bu zorlu süreçte onlara yardımcı olabilir.

    Uzm. Nesil Sezgi Yılmaz

  • DOWN SENDROMU NEDİR Down sendromu Çeşitleri

    DOWN SENDROMU NEDİR Down sendromu Çeşitleri

    DOWN SENDROMU NEDİR?

    Bir bebeğin dünyaya gelmesi ile tüm aileyi bir heyecan, merak, endişe sarar. Hele ilk çocuk ise, onun büyüdüğünü, yürüdüğünü, geliştiğini, ilk kelimelerini söylediğini görmek çok uzun zaman alacakmış gibi gelir ebeveynlere. Bebeğin ilk kelimelerini söylemesi, ilk seslerini çıkarması, ilk adımlarını atması ise değişik bir mutluluk verir. Fakat çocuğun Down Sendromlu olduğu söylenmiş ise, aileleri bir mutsuzluk, umutsuzluk, çaresizlik, korku sarar ve bu durumun “suçlusu” aranır. İlk kabullenişin ardından, “acaba çocuğumuz tek başına hareket edebilecek mi, hiç tek başına ayakta durabilecek, yürüyebilecek mi, konuşabilecek mi” gibi sorular gelir akıllarına.

    • Yaygın olarak görülen DS’de 46 olması gereken kromozom sayısının 47 olduğu ve 21.kromozomda 2 kromozom olması gerekirken 3 kromozom olduğu görülmüştür. Bir kromozom bozukluğu olarak tanımlanan bu duruma neyin sebep olduğu bilinmemektedir. Down Sendromu doğuştan mevcut olan bir rahatsızlıktır.

    Gebeliğin erken dönemlerinden itibaren teşhis edilebilen DS doğumdan sonraki fiziki muayene sırasında da teşhis edilebilmektedir. Kromozom testleri ise daha sonrasında mutlaka yapılması gerekmektedir. Tüm engelli insanların %5ile %10’unun DS’ye sahip olduğu sanılmaktadır. DS’li çocuklar incelendiğinde, dışarıdan bakıldığında birbirlerine çok benzer gözükse de bireysel farklılıklar söz konusudur. Bu bireylerde düşük derece ile şiddetli derece aralığında bilişsel fonksiyon geriliği mevcuttur.

    Down Sendromlu bebekler, bir istisna dışında yaşıtlarına göre daha yavaş büyür. İdeolojik gelişimleri geride kalır. Yaşla birlikte, bu geri kalmışlık daha belirgin hale gelmektedir ancak Down Sendromlu çocuklar, uygun eğitim programları yoluyla çok sayıda başarı elde etmişlerdir ve toplum yaşamında anlamlı, aktif ve iyi bir yaşam kurabilirler. Düzenli ve disiplinli eğitim programları ve çok sayıda tekrar burada en önemli faktörlerdendir.

    Eskiden okuyamaz bile denilen bu bireyler artık lise, hatta üniversite bitirebilmekte, ikinci bir dil öğrenebilmekte, çalışabilmekte, bağımsız veya yarı bağımsız hayatlar yaşayabilmektedirler. Bu yüzden hiç bir çocuğa bir sınır konmamalıdır. Bir yandan hayallerimiz sınırsız da olsa çocuğumuzu doğru değerlendirerek ayakları yere basan, gerçekçi gelecek planları yapmanın onun mutluluğunun anahtarı olduğunu da unutulmamalıdır.

    Down Sendromlu kişiler genellikle akranlarından daha kısadır, yavaş metabolizmaları nedeniyle doğru beslenme alışkanlıklarını benimsemezlerse, ileri yaşlarda kilo problemleri ile karşı karşıya kalabilirler.

    Farklı derecede kas gevşemesi (hipotoni) nedeniyle, fizik tedavi desteğine ihtiyaç duyarlar. Bebek doğduktan sonra, bilgi almak ve proaktif bir destek planı geliştirmek için bir uzmanla  da görüşmek önemlidir. Bazı bebekler hipotoninin çok az olmasına bağlı olarak uzun süre başlarını aşağıda tutabilirler ancak fizik tedavi desteği ile gelişim basamaklarını kendi hızlarında tamamlarlar.

    Her çocuk gibi Down sendromlu çocuklar da farklı özelliklere, zeka seviyesine, yetenek ve kişiliğe sahiptirler. Burada kilit nokta çocuğunuzun kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilmesi için doğru zaman ve doğru desteği alabilmesidir. Erken eğitim programları, fizyoterapi, dil terapisi, alternatif terapiler, oyun grupları gibi seçenekler aileler tarafından değerlendirilmeli ve doğru uzmanlara ulaşarak karar vermelidir.

    Sağlıklı bir insan vücudundaki her hücrede 46 kromozom vardır. Ancak Down Sendromlu bebeklerin hücrelerinde 47 kromozom bulunur. Karyotip 47, XX + 21 (Dişi) veya 47, XY + 21 (Erkek) olarak gösterilir. Başka bir deyişle, ekstra kromozomlar insan kromozomlarının yanında bulunur. Bu kromozom fazlalığının nedeni henüz tam olarak bilinmemekle birlikte 35 yaşından sonra doğum yapan kadınların çocuklarında görülme olasılığı daha yüksektir. Bunun nedeni, yaşlıların kromozom ayrımının daha düzensiz olmasıdır. Ancak hücre bölünmesi sırasında meydana gelen ayrılmama da hastalığın nedeni olabilmektedir.

     Down Sendromunun epidemiyolojisi, her 800-1000 canlı doğumda bir Down Sendromu doğum oranı olduğunu göstermektedir.

    Down sendromunun belirgin fiziksel özellikleri mevcuttur. Çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olması gibi özellikler vardır. Bu özelliklerin hepsi veya birkaçı görülebilmektedir.

    minimental.com.tr/

    HİLAL ÜSTÜN Çocuk Gelişimci

  • OTİZM VE OYUN MODELLERİ

    OTİZM VE OYUN MODELLERİ

    OTİZM VE OYUN

    Farklılıklar… Otizmli çocukların farklı davranışları, normal gelişim gösteren çocuklardan farklı işleyen merkezi sinir sisteminden yani beyinden kaynaklanmaktadır. Beyin gelişiminde en önemli faktör ise  ilişkide olma duygusu temelli çoklu etkileşimlerdir. Çocuğun beyni ile bağlantı kurmak istiyorsak bu yol, çocukla ilişki içerisinde olduğumuz oyundan  geçmektedir. Oyun ve hareket çocuğun beynine açılan kapılardır.

    Çocuklarda ilk iletişim ve zihinsel gelişim bakım veren kişi aracılığı ile oluşur. Bu ilk etkileşimler güvende hissetme, düzenleme, katılım, ilişki kurma, karşılıklı duygusal sinyal, problem çözme, jest ve mimik alışverişi gibi kritik özelliklere sahiptir. Özellikle ilişki kurma içinde bulunma durumunda yoksunluk  olduğunda çocukta dil ve bilişsel gelişim bakımından eksiklikler oluşmaktadır.

       Oyun tedavisi, otizm gibi nöro gelişimsel bozukluk yaşayan çocuklar için geliştirilen çok kapsamlı bir programdır. Duygusal gelişimi ele aldığı kadar bireysel işlev farklılıklarında da gelişim sağlayan bir yöntemdir. Oyun tedavisi günde sekiz ya da daha fazla olmak üzere en az yirmişer dakika yapılması gereken her ortama uyarlanabilen bir yöntemdir. Elbette bu oyunda tek çocuk ve yetişkin olmak zorunda değildir. Arkadaş veya kardeşler de oyunlara dahil edilebilir ama dikkat edilmesi gerekilen nokta her grup oyun tedavisinde her bir çocuğa lider olma fırsatı verilmelidir. Oyun terapisini her yerde her an uygulayabilirsiniz. Bir markette ya da bir araç içerisinde  çocuk ile iletişim kurarak ona bir şeyleri yönlendirme ve hatırlatma fırsatı vererek terapilere devam edebilirsiniz.

       Oyun tedavisinin iki temel hedefi bulunmaktadır. İlk hedef daha çok gözlemlenen çocuğun tepkilerini ve doğal isteklerini takip etmektir. Çünkü çocuğun ilgileri onun duygusal yaşamına açılan bir penceredir. Onu izleyerek neyin onu mutlu ettiğini ve motive sağladığını anlayarak buna yönelebiliriz. Oyun tedavisi sayesinde çocuğun dünyasına katılabilir onu en iyi şekilde tanıyarak ona uygun gelişim programlamasını yapabiliriz.

    İkinci hedef ise çocuğu paylaşılan dünyanın içine çekmektir. Bunu asla zorla yapmamalı, onun kendi isteği ile bize katılmasını sağlamalıyız. Bunun için ilk önceliğimiz çocuğun sevdiği ve benimsediği bir şeye karşı saygı duyarak ona karşı güven oluşturmaktır. Çocuk onun sevdiği ve ilgilendiği şeylere saygı duyduğumuzu gördüğünde kendisini bize daha yakın hissedecektir. Çocuk size arkadaş canlısı ve meraklı bakışlar attığında paylaşılan dünyaya adım atıldığının ilk işaretidir.

    Bazı çocuklar odaklanma konusunda sorunlar yaşayarak aynı anda hem insanlara hem objelere odaklanamayabilir. Böyle durumlarda çocuğa hem daha interaktif hem de onun alanına saygı duymak amacı ile bakım veren kişi oyunu bölmekten ziyade oyuna dahil olmalı ve oyun içinde karakter oluşturmalıdır. Çocuğun sizin ile oynamak istemesi için ona sebepler vermelisiniz. Kendisi oluşturduğu bir tasarım veya düzen var ise bir tane de siz ekleyerek hoş bir etkileşim yakalayabilirsiniz. Örneğin çocuk arabalarını yan yana dizmeyi tercih ederek ilgisi bir düzen oluşturmak olabilir. Arabalarını düz bir çizgi halinde diziyorsa bizde elimize bir araba alıp gülümseyerek onun dizdiği düzene bir arabada biz koyarsak çocuk buna bakabilir, belki o da bize gülümseyerek duygusunu ve ilgisini  bizimle paylaşmış olur. Onun yapmak istediği şeyi engellemeyeceğimizi anladığında oyuna katılmanıza izin verecektir. Yani onun yapmak istediği şeyi yapmasına yardım ve eşlik ederek işe başlamalıyız.

    Peki daha sonra?

      Çocuğun sadece ilgi ve  isteklerini takip etmek evet iletişim ve etkileşim sağlasa da gelişim basamaklarında  yukarı tırmanmak için bu noktada çocuğun ilgisinde olan şeyi onun davranış şekli dışında yönlendirmek ve çocukta merak uyandırarak etkili iletişimi uzun süreçlere taşımak gerekir. Çocukla oyun oynarken amacımız sadece çocuğu eğlendirmek değildir nihai amacımız çocuğu etkileşimlere davet etmek, ortak bir paylaşım dünyası oluşturmak ve çocuğun beynini bu keyifli etkileşimler aracılığıyla yeniden yapılandırmaktır.

    Oyun tedavisi uzun ve uyum gerektiren bir süreçtir. Her şekilde ikili etkileşim ve alma verme dengesi üzerine kurulu, çocuğun isteklerine göre şekillenen ve daha sonraki aşamalarda bu isteklerden alınan deneyimler ile gelişim sağlayacak yeni yöntemler aracılığıyla çocuk ile bakım veren arasında güven oluşturarak gelişim basamaklarını çıkmaktır.

    __________________________________

    • [1] Greenspan Stanley I, Wıeder Serena, (2016),Otizmde Derinlemesine Oyunla Tedavi, Çev: Müjde Işık,İstanbul,Özgür Yayınları:363,Cilt:Evren Mücellet
    • [2] Özdemir Emre Sergen,(2021),Otizmde Doğru Adımlar,Konya, Arma Matbaa,3.Baskı Ağustos 2021
    • minimental.com.tr/oyun-terapisi/

    FATMA MERTER ; OTİZM VE OYUN MODELLERİ

  • Erken Çocuklukta Sosyalleşme  Becerisinin Önemi

    Erken Çocuklukta Sosyalleşme Becerisinin Önemi

    Çocuklarda 0-6 yaş dönemi, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminin hızlı  olduğu ve kişilik yapısının biçimlenmeye başladığı, temel alışkanlıkların çocuğa kazandırıldığı önemli dönemlerdendir.

    Sosyal beceri, çocuğun belli bir ortamda toplumsal olarak kabul görecek şekilde davranabilmedir. Çocukların gruba katılma, hayır diyebilme, mobingle  baş edebilme, öfke ve agresyon gibi olumsuz duyguları ifade edebilme, bir konuşmayı başlatma, sürdürüpve sonlandırma, yaşıtlarıyla uzlaşıp anlaşması gibi  becerileri sosyal becerilerin temelini oluşturur.Bunun yanında göz göze gelme, beden duruşu ve mesafesi, ses tonu, yüz ifadesi gibi sözsüz iletişim öğeleri de son derece önemlidir.

    Sosyal beceriler, öncelikli olarak öğrenme yoluyla kazanılır. Belirli sözel ve sözsüz davranışlardan oluşur. Sosyal becerisi gelişmiş olan çocuklar, katıldıkları etkinliklerden daha çok zevk alır, duygularını kontrol edebilir ve kendi kararlarını kendileri verirler. Sosyal becerisi yeterince gelişmemiş çocuklar ise, akranları tarafından dışlanabilir ve ihmal görebilirler. Bu beceriler ne kadar erken yaşta desteklenirse çocuğun gelişimide o kadar fazla olur.Bu alanda yapılan çalışmalardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

    • 1) doğumundan ölümüne kadar çevresiyle etkileşim halindedir. Bu etkileşim yaşamın getirdiği bir zorunluluktur. Her birey çevresiyle etkileşim kurmak durumundadır. Toplumda bir arada yaşayan bireylerin yaşamlarının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için doğru ilişkiler kurmaları gerekmektedir. Bu ilişkiler aynı zamanda toplumun birliğini, huzurunu ve devamını sağlamada da önemlidir. Bireyler arasında kurulacak olan sağlıklı ilişkilerin temelini sosyal beceriler oluşturmaktadır.
    • Her insanın gidermek zorunda olduğu duygusal, sosyal ve fizyolojik gereksinimleri vardır. Bu gereksinimler giderilirken çevreyle etkileşim kurulur. Bu etkileşim insan hayatını olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkileyen sihirli bir olay olarak kabul edilmektedir. Kişilerarası önem arz eden bu etkileşimi olumlu yönde artıran değişkenlerden en önemlisi sosyal becerilerdir (Yüksel, 1999).
    • 2)Sosyal beceriler, toplumsal ilişkilerde bireyin kendisinin ve toplumdaki diğer bireylerin duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını anlayabilmesi ve bu anlayış doğrultusunda davranış sergileyebilmesidir (Çubukçu ve Gültekin, 2006).
    • 3)Sosyal bir varlık olan çocuklar çevreleri ile sürekli iletişim halindedirler. Bu iletişim her çocuk için önemlidir. Çocuklar iletişim kurarak birbirlerine duygu, düşünce ve isteklerini aktarırlar. Bu iletişim alışverişinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi, kişilerarası ilişkilerin olumlu olmasına ve bu ilişkilerin amacına ulaşmasına bağlıdır (Uzamaz, 2000).
    • 4)Çocukluk dönemi bireyin çevresiyle tanıştığı dönemdir ve bu dönemde sosyal ilişkiler çok önemlidir. Bu nedenle sosyal beceriler çocuk için bir ihtiyaçtır.
    • Sosyal beceriler çocuğun gelişimi açısından da önemli bir unsurdur. Sosyal beceriler konusunda eksikliği olan çocuklar karşılarına çıkan sorunları çözmede sosyal becerileri kazanmış çocuklara göre çok daha az seçeneğe sahiptirler. Bu seçeneklerin az olması çocuğun istenmeyen davranışlara başvurmasına yol açmaktadır. Sosyal beceriler konusunda yeterli düzeyde olan çocuklar ise sosyal hayattaki sorunlarını çözmede birçok seçeneğe sahip oldukları için sosyal ilişkilerinde, özel ve mesleki yaşamlarında daha başarılı ve mutlu olabilirler (Samancı, 2016; Yiğit ve Yılmaz, 2011).
    • 5)Öğrenmelerin daha kalıcı olduğu çocukluk dönemi, sosyal beceri eğitiminin de gerçekleştirilmesi gereken etkili bir dönemdir. Bu sebeple çocukluk döneminde aile, okul ve çevre oldukça etkili faktörlerdir. Çocuklar birçok sosyal beceriyi bu dönemde kazanırlar. Yaşamın ilerleyen yıllarına olumlu etkileri düşünüldüğünde sosyal beceri eğitiminin çocukluk döneminde kazandırılmasının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Dünyaya gelen her birey için çocukluk dönemi iyi bir şekilde değerlendirilmeli ve bu dönemde çocukların sahip olmaları sosyalleşme becerisi , gereken en temel becerilerdendir.

    Eğer çocuğunuz yaşıtlarıyla etkileşim kurmuyorsa ,bu alanda uzman olan bir çocuk psikiyatristine başvurmalısınız.

    DİLAN BULCUMLU ERGOTERAPİST

    https://minimental.com.tr/

  • ÇOCUKLARDA SINIR EĞİTİMİ

    ÇOCUKLARDA SINIR EĞİTİMİ

    ÇOCUK VE SINIR

    Eskiden Türk kültüründe çok katı sınırlar vardı. Dayak atma, sinirlenme, terlik atma, hiç açıklama yapmama gibi yöntemlerle birçoğumuza da çok net sınırlar verildi. ’Ben yapmıyorum’ deme imkânımız yoktu. Hatta bu sınırlar bir süre sonra o kadar kolaylaştı ki ebeveynlerimizin bize sadece bakması bile yeter hale geldi.

    Günümüzde ise ebeveynler bilinçlendi. Uzmanlara ulaşmak kolaylaştı. Fakat “Ben yaşadım çocuğum yaşamasın’’ gibi inançlarla günümüzde çoğu ebeveyn durmayan, sözünü dinlemeyen, ekranı kapatmayan, kardeşine vuran, küfreden, zamanında yatmayan, yemeğini yemeyen çocuklardan şikâyetçi. Yani sınır en büyük problemlerden biri haline geldi. Bu yüzden de sınırla ilgili kitaplar çok satmaya başladı.

    SINIR NEDİR?

    Sınır temelde toplumun kuralları demektir. Ve çocuk bunu ilk ve temel ilişkilerini yaşadığı aile ortamında öğrenmelidir.

    SINIR NEDEN GEREKLİDİR?

    Çocuklar yaşadıkları ortamın kurallarını anlamayı isterler. Kendilerinden ne beklendiğini, kontrolün kimde olduğunu, ne kadar ileri gidebileceklerini ve fazla ileri gittiklerinde neler olabileceğini bilmek isterler.

    Ebeveynler genellikle şundan şikâyet eder: ‘’Onun için her şeyi yapıyorum ama hala mutsuz’’. Temelde güvensizlik yaşayan çocuğun “Beni tut, kapsa’’ ya ihtiyacı vardır. Ebeveyn bunu yeteri kadar yapamıyorsa güvende hissedemez çocuk.

    Sınır duygusuyla kendini güvende hissetme duygusu arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Görünüşte beden sınırdan hoşlanmaz çünkü haz odaklıdır ama sınırın olmadığı yerde, insan psişesi kendini güvende hissetmez. 

    Ülkemizin de sınırları vardır. Örneğin; kırmızı ışıkta durmak canımızı sıkar ama bizi güvende hissettirir. Bir yasa, kanun olmasa herkes sizi gasp edebilir. Ya da kimse çocuğunu bahçe duvarı olmayan bir okula göndermek istemez. Aynı şekilde kendimizi güvende hissetmek için çoğunlukla güvenlikli sitelerde oturmak isteriz.

    Sonuç olarak diyebiliriz ki; sınır ile güvenlik arasında sıkı bir ilişki vardır. Bir ebeveyn yeteri kadar sınır koyamadığında çocuğunu kapsayamıyordur. Kapsanan çocuk ise kendini güvende hisseder. 

    FAZLA SINIR KOYULDUĞUNDA NE OLUR?

     Fazla sınır uygulandığında bu boğucu ve çocuğun hareket alanını daraltan bir ilişkiye dönüşür. Çocuk kendini özgür ve güvende hissedemez. Böylelikle ebeveynler salt kuralcı bir kişiye dönüşmüş olur ve ebeveyn-çocuk İlişkisi de zedelenir. Yetkin ebeveyn çocuğu kuşatan değil kapsayan ebeveyndir. Kuşatma boğuculuğu, kapsama ise güvenliği temsil eder.

    HAYIR, DEMEK BİZİ BÜYÜTÜR MÜ?

    ‘’Hayır’’ demek çocuğu ve bizi büyüten bir şeydir. Hayırlar çoğu zaman canımızı sıksa da aynı zamanda” hayır” lar bizi büyütür. Sözgelimi anneler çocuklarının yaşamlarının bir evresinde ‘’memeye hayır’’ diyerek çocuğa gıda kapılarını açar. Kucakta taşımaya” hayır” diyerek çocuğu yürüme gibi bir eyleme hazırlar.

    Hayır dedikçe buraya gelip çarpan çocuk, kendine yeni yollar bulmaya başlar. “Hayır” lar onları yeni arayışlara yeni yollara sevk eder. ’Hayır, yok ‘’diyemeyen ebeveyn ise çocuğuna yeni kapılar açamaz. Birisine sınır koymak ona yeni bir alan açmak demektir. Saplandığı yerden onu çıkarmanın yolu, ona” hayır” diyebilmektir.

    YANLIŞ SINIR KOYMA STRATEJİSİ

    Bir davranış değişikliği ile ilgili sınır koyarken fazla açıklama yapmak çocuğun zihnini bulandırır. Çünkü çocuklar daha çok sözle değil davranışla öğrenen varlıklardır. Özellikle de 6 yaş öncesi çocuklar işlem öncesi dönemde olduğu için kısa ve net açıklamalar yeterli olacaktır. Sözgelimi “Niçin yatıyorum?” diyen bir çocuğa “Yatman gerekiyor, şimdi senin yatma saatin” demek yeterli bir açıklamadır. Çocuklar bu sınırları kolay kabul etmezler ama kapsayıcı ve kararlı bir tutum sergilendiğinde, davranış değişikliği bir süre sonra gerçekleşecektir. Böylece karşısındakini değiştiremeyen çocuk kendini değiştirmek zorunda kalacaktır.

    KİMLER SINIR KOYMAKTA ZORLANABİLİR?

    Fazlaca psikoloji kitapları okuyan ebeveynlerin kafaları biraz karışıktır. “Sınır koyarsam çocuğuma zarar vermiş olurum” düşüncesiyle sınır koyarken ortaya çıkan gerilimi istemezler.

    “Çocuğum beni kötü hatırlar” diyen ebeveynler ise zihinlerindeki aşırı iyi anne olma imajından dolayı çocuklarına sınır koyamazlar.

    Sadece çocuğuna değil tüm çevresine sınır koyamayan ebeveynler ise hiç kimseye “hayır” diyemezler.

    “Annem- babam bizi çok katı büyüttü. Ben çocuğumu böyle yetiştirmeyeceğim” diyenler de yine sınır koymakta daha çok zorlanan ebeveynlerdir.

    SINIR KOYARKEN;  

     -En temel ilkemiz sade ve basit bir ifadedir.

     -Sınırda kararlı duruş önemlidir. Bir davranış değişikliği için en az 2 hafta gereklidir.

     -Böylece sonucu değiştiremiyorum kendimi değiştireyim diyen çocuk kendi sorumluluğunu da almış olur.

     -Kararlı duruş katı olmak demek değildir. Her zaman önce çocuğun duygularını anlamak, onu kapsamak ve uygun sınırlar koymak esastır.

     -Toptan sınır koymak yanlıştır. Ebeveynler önem sırasına göre, öncelikle işlevselliği etkileyen bir ya da iki konuyla ilgili sınır koymalıdırlar. Başka meseleler varsa da sırasıyla halledilmelidir.

     -Çocuklara sevgi, ilgi, takdir, beslenme ve oyun oynama gibi temel ihtiyaçlarla ilgili sınır koyulmaz. Sadece isteklerle ilgili sınır konulabilir.

    Sonuç olarak, neden sınır koyamadığını ebeveynle konuşmak önemlidir. Neden sınır koyamadığını bilemeyen ebeveynin nasıl koyacağını bulması da zordur.

    Kitap önerisi: “Çocuğunuza Sınır Koyma 1-2” Robert J. Mackenzie   

    UZMAN PSİKOLOG SELİN YILMAZ

  • Attentioner Dikkat Eğitimi

    Attentioner Dikkat Eğitimi

    Günümüzde pek çoğumuz unutkanlıktan, konsantre olamamaktan, dikkatimizin hızlı dağılmasından zaman zaman şikayet etmekteyiz. Bir yolunu bulup telafi etme yoluna gitmekteyiz. Fakat okul çağındaki çocuklar için bu zorluklar, çoğunlukla okul başarısını olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle DEHB tanısına sahip öğrenciler için ise mutlaka destek gerekmektedir.

    Çocuklar sınıf ortamındayken, onlardan;

    • Dersleri belirli sürelerle dinlemesini ve öğrenmesini,
    • Dinlerken not almasını,
    • Tahtada yazanları defterine doğru geçirebilmesini,
    • Verilen ev ödevlerini not almasını,
    • Öğretmenin söylediklerini yapmasını,
    • Verilen yönergeleri uygulamasını,
    • Dışarıdan ve sınıf içinden gelen sesleri göz ardı etmesini,
    • Bazen sınıf içinde oluşan hareketliliğe rağmen dikkatini sürdürebilmesini ve tüm bunları zamanında yapmasını beklemekteyiz.

    Ayrıca okul bitip eve döndükten sonra, ödevlerini yaparken;

    • Çalışmaya başlayabilmesini,
    • Dikkatini ödevleri bitene kadar sürdürmesini,
    • Zorluklar karşısında sabır göstermesini de beklemekteyiz.

    Yukarıda saydığımız işler beynin dikkat alanıyla yakından ilgilidir. Güçlü dikkate sahip öğrenciler bu görevler için fazladan enerji harcamaz ve öğrenmeye rahatlıkla odaklanabilirler. Dolayısıyla çocukların dikkatini güçlendirecek egzersiz programları okul başarısını arttırabilmektedir. Bu doğrultuda, yapılandırılmış Attentioner-Dikkatimi Topluyorum Programı ile ilgili detaylar aşağıda yer almaktadır.

    Programın Amacı:

    • Odaklanma: Uyaranları önem sırasına göre sıralayarak gerekli reaksiyonu gösterme
    • Bölünmüş dikkat: Aynı anda 2 veya 3 işi, ödevi yapabilmek
    • Zindelik: Dış uyaranlara yaşa uygun yanıt vermek
    • Uyanıklık: Değişen uyaran serilerinin farkına varmak ve uyaran şiddetinin azalmasına rağmen dikkati sürdürebilmek, alanlarının geliştirilmesi hedeflenmektedir.

    Uygulama: Program her hafta 1’er saatlik oturumlar halinde 15 oturum sürmektedir. Her oturum sonrası öğrencilere o hafta tamamlaması gereken görevler verilmektedir. Çocukların özellikleri uygun olduğu takdirde bireysel uygulanabildiği gibi, 4 kişiye kadar olan gruplara da uygulanabilmektedir.

    Çalışma: Program dikkati güçlendirmeyi hedefleyen egzersizlerden oluşmaktadır. Egzersizler kağıt, kalem, ekran ve çocukların birbirleriyle etkileşimiyle gerçekleşmektedir. Her hafta çocuklara bir egzersiz ödevi verilmekte ve çalışmanın etkisi tüm haftaya yayılmaktadır. Çocuklar verilen egzersiz görevlerini keyifle tamamlamaktadırlar.

    Kimler Katılabilir: Var olan potansiyelini etkili kullanabilmek isteyenler, yukarıda saydığımız görevlerde zorlananlar, DEHB tanısı olan çocuklar programa katılabilirler.

    Programa Katılım Koşulları: Okuma-yazma bilen çocuklar için uygundur.

    Yaş grubu: 8 – 14 yaş arası çocuklar için uygundur.

  • Dil ve Konuşma Terapisti Kimdir?

    Dil ve Konuşma Terapisti Kimdir?

    Dil ve konuşma terapisti, insan iletişimi, gelişimi ve bozukluklarının tanılanması, değerlendirilmesi, terapisi ile uğraşan ve bu alanda bilimsel araştırma faaliyetlerinde bulunan bağımsız bir meslek grubu üyesidir. İletişim dil ve konuşma bozukluklarının tanısı ve tedavisinden dil ve konuşma bozukluğu uzmanları sorumludur. Dil ve konuşma bozuklukları uzmanlarının çalıştığı hastalık grupları sözel ve sözel olmayan iletişim sorunlarından, yutma ve yeme bozuklukları olan bireylerin sağaltımına kadar geniş bir aralığı kapsar. Gelişimsel dil bozuklukları, ses bozuklukları, artikülasyon/fonolojik bozukluklar, kekemelik, dudak damak yarıklıklarına bağlı gelişen konuşma bozuklukları, dil edinimi gerçekleştikten sonra bir kaza ya da beyin kanaması sonrası gelişen konuşmanın bozulması ya da kaybolması (afazi) dil ve konuşma terapistlerinin çalışma alanlarıdır.

    Zehra Gökduman

    Dil Konuşma Terapisti

    201 Floortime Terapisti

  • KEKEMELİK NEDİR?

    KEKEMELİK NEDİR?

    KEKEMELİK NEDİR?

    Konuşmanın akıcılığının bir biçimde kesintiye uğraması ya da konuşmanın akıcılığında gözlenen istemsiz aksaklıklar olarak tanımlanabilir. Kişinin konuşurken sesleri uzatması, kimi sesleri üretirken zorluk çekmesi, bir sesi ya da heceyi tekrarlaması biçiminde gözlenen akıcılık bozukluklarıdır.

    Kekemelik ne zaman ortaya çıkar?

    Kekemelik, dil ve konuşma gelişiminin ilk yıllarında, ağırlıklı olarak 2-5 yaşlarında ortaya çıkmaktadır. Her 100 çocuktan beşinde erken dönem kekemelik belirtileri gözlenmektedir. Bu belirtileri gösteren çocukların %68-80 i kendiliklerinden bu sorunu aşabilmektedir. Geri kalanında ise sorun ileriki yaşlara kadar sürebilmekte ve inatçı kekemelik adı verilen konuşma bozukluğuna dönüşebilmektedir. Ancak, buradaki en önemli sorun, hangi çocuğun kendiliğinden iyileşeceğinin kesin olarak bilinememesidir. Ayrıca, kekemelik davranışlarının ortaya çıkışından itibaren 12-24 ay içerisinde kendiliğinden düzelebileceğine ilişkin bulgular olmakla birlikte, ilk altı aydan sonra devam etmesi halinde desteksiz iyileşme olasılığı düşüktür.

    Kekemeliğin nedenleri nelerdir?

    Kekemeliğin asıl sebebi bilinmemektedir. Uzmanlar kekemeliğin tek bir nedene bağlı olarak ortaya çıkmadığı konusunda hemfikirlerdir. Kekemelik tanısı alan çocukların anne,baba ve kardeşlerinin ortalama %20 sinde, ikinci derece akrabalarının ise ortalama %4 ünde kekemelik öyküsü olduğu bulunmuştur.  Dolayısıyla ailede kekemelik öyküsünün bulunması risk faktörlerindendir biridir. Son dönemlerde kekemeliğin nedenlerine yönelik yapılan çalışmalarda kekemeliğin nörofizyolojik olduğu  görüşü ortaya çıkmıştır. Konuşma esnasında kekemelik tanısı alan ve almayan bireylerin beyin aktiviteleri incelendiğinde önemli farklılıklar bulunmuş; ancak henüz bu konuyla ilgili kesin bir sonuca varılmamıştır.

  • Otizm Nedir? Sebebi Nedir? Kimlerde Görülür?

    Otizm Nedir? Sebebi Nedir? Kimlerde Görülür?

    Otizm Nedir?

    Otizm Spektrum Bozukluğu, diğer adıyla Yaygın Gelişimsel Bozukluk doğuştan gelen veya yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan kompleks bir beyin gelişim bozukluğu grubudur. Tipik Otizm, Atipik Otizm, Asperger Sendromu ve Çocukluğun Desentegrtatif Bozukluğu bu başlık altında toplanabilir. Spektrum, yelpaze şeklinde belli aralık içinde farklı durumların bulunmasını belirtir. Yani otizmin belirtilerinin her çocukta farklı şekillerde ve şiddette görünmesini ifade eder. Bazı otizmli çocuklar hafif düzeyde duygusal sosyal becerileri etkilenmişken, bazısı tamamen insanlardan kopuk, kendi dünyasında yaşarlar. Bir kısım çocuklar konuşmaları normale yakınken bir kısmi hiç konuşamazlar. Yine tekrarlayıcı ve takıntılı davranışların çeşitliliği ve şiddeti çocuktan çocuğa değişebilmektedir. Tüm değerlendirmeler sonucunda otizmi hafif, orta ağır şeklinde derecelendirme yapılabilmektedir.

    Otizmin Sebebi Nedir? 

    Otizm pek çok sebebin birbiriyle etkileşimi sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Yani tek bir sebeple açıklanacak bir sorun değildir. 

    Bazı hastalıklar tek genle geçebilir fakat Otizm tek genle geçen bir hastalık değildir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda pek çok genin birbiriyle etkileşimi ve çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıktığı gösterilmiştir. Dolayısıyla aileden hiç kimsede Otizm olmasa dahi çocukta otizm görülebilir. Fakat aile bireylerinin bir kısmında dağınık bir şekilde içe dönüklük, takıntılar, tuhaf davranışlar, geç konuşma görülebilir. Buna Geniş Aile Fenotipi denilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda otizmle ilgisi olan yaklaşık 1000 genin olduğu bildirilmiştir. Fakat hiç biri tek başına sorumlu değildir. Buradan tedavinin neden bu kadar zor olduğunu da anlayabiliyoruz.

    Otizm, 2004 yılında 166 çocukta bir görülürken 2018 de 59 çocukta bir görülmesi şeklindeki bir artışla çevresel faktörlerin de Otizm de rolü olduğunu akla getirmektedir. Pek çok araştırmacı çevre kirlenmesi, sağlıksız beslenme, egzoz dumanı, aşılar, tarım ilaçları, prematür doğum gibi etkenleri sorgulamaktadır. Fakat bu konuyla ilgili bilgilerin çoğu net değildir. Geç yaşta baba olmak ve premetür doğumun otizm riskini arttırdığı, aşılarla ilgisinin olamadığı ve belli diyetlerle geçmeyeceği bilgilerinin net olduğunu söyleyebiliriz. 

    İhmale maruz kalmış çocuklarda Otizm görülme ihtimali ayrı bir gündem konusudur. Özellikle yaşamın ilk yıllarında çocukların beslenmesi ve temizliği gibi fiziksel ihtiyaçlarının ve bakımının yapılması ne kadar önemliyse ruhsal, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının da karşılanması bir o kadar önem arz eder. Çocuğun bu yaşlardaki ruhsal ihtiyacı devamlılığı olan samimi ve güven veren insan ilişkisidir. Çocuğun duygusal ihtiyacını fark eden, ona uygun karşılık veren, onunla konuşan, oynayan, şarkılar ninniler söyleyen, kucağına alıp ona dokunan anne veya bakım verenin olması şarttır. Çocuk ilk yıllarında bunlardan mahrum edilmesi, televizyon ve telefon karşısında uzun süre kendi başına bırakılması, şehirleşmeyle beraber sosyal ilişkilerin yetersizliği çocukta Otizm benzeri belirtilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. 

    Otizmde beyinin yapısal ve fonksiyonel sorunlar bulunmaktadır ve beyin gelişiminde diğer çocuklara göre farklılıklar vardır. Otizmli çocukların 6-36 aylık döneminde beyinlerinde hacim artışı, sinir hücreleri arası bağlantı sorunları ve bazı işlevlerde problem olduğu düşünülmektedir. Bu farklılıklar MRG ve Tomografi ile gösterilip teşhis edilememektedir. Büyük bir hasarın olmaması sebebiyle eğitimle gelişim sağlanabilmektedir.

    Otizm kimlerde görülür?

    Otizmde cinsiyet açısından farklılıklar görülebilir. Erkeklerde kızlara göre 3-4 kat daha fazla görülür. Normal zekalılarda bu oran 1/6 iken, zihinsel engelli bireylerde 1/2 oranındadır. Yani erkeklerde daha yaygın görülürken, kızlarda daha ağır seyreder ve zihinsel engellilik daha fazla eşlik eder. 

    Genel olarak ırk bölgeden bağımsız bir şekilde görüldüğü ileri sürülmektedir. 

    Uzm Dr Veysi ÜLGEN

    Çocuk Ve Ergen Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları Uzmanı

    201 Floortime Terapisti

  • Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanılı Çocukların Sosyal Sorunları,dikkat sorunları

    Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanılı Çocukların Sosyal Sorunları,dikkat sorunları

    Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanılı Çocukların Sosyal Sorunları

    Öğrenme problemleri sadece akademik başarıyı değil; iletişim kurmayı, sosyal becerileri ve davranışları olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

    Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukları düşündüğümüzde; okuma-yazma, matematik, organize olma, dikkat etme ve odaklanma gibi becerilerin genellikle akademik başarıya olan yansımalarından bahsetmekteyiz. Ancak öğrenme güçlüğü ve dikkat sorunları olan birçok öğrencinin sosyal ve iletişimsel sorunları da olabilmektedir.

    Diğer çocuklarla ilişki kurmak, arkadaş edinmek ve sosyal ortamlarda kendilerinden ne beklendiğini anlamakta zorlanabilmekteler. Yüz ifadeleri ve beden diliyle ifade edilen sözsüz sosyal mesajları ve söze duygusal anlam katan ses tonunu yanlış yorumlamaktan kaynaklanabilmekte. Karşıdan gelen mesajları yorumlama güçlüğüne ek olarak kendilerini ifade etmekte de zorlanabilmekteler. Ayrıca çok fazla ve yanlış zamanlarda bağlamdan uzak konuşmalar yapabilmekteler. Dolayısıyla ikili iletişimde veya bir grup içinde neler olduğunu anlamak ve uyum sağlayabilmek zor bir görev haline dönüşebilmekte. Çocuklar ve gençler için sosyal davranışlarındaki farklılık ve bazen eşlik eden aşırı hareketlilik gibi diğer bileşenler akranları tarafından reddedilmeyi kolaylaştırıp, onları alay ve zorbalık hedefi haline getirebilmekte.

    Bazen sosyal becerilerde zorluk yaşayan daha küçük yaşlardaki çocuklara otizm tanısı koyulabilmekte. Çünkü bu davranışlar otizm tanısının bir bileşenidir. Ancak, bu davranışların spektrumda olmayan birçok çocukta da meydana geldiğini bilmek önemlidir.

    Alanyazında yer alan pek çok çalışmada öğrenme güçlüğü tanılı çocukların problemlerinin sosyal boyutlarından söz edilmiştir. Daha önce yapılan bu araştırmalar bağlamında öğrenme ve dikkat sorunları yaşayan çocukların neden iletişimsel ve sosyal problemler yaşadığına bir göz atalım.

    Bilişsel Süreç

    Başarılı bir sosyal etkileşimde meydana gelen bilişsel süreci bilmemiz, öğrenme güçlükleri ve sosyal zorluklar arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olabilir.

    Sosyal etkileşim esnasında karşı taraftan pek çok sözlü ve sözsüz işaret gelmektedir. Yüz ifadesi, beden dili, ses tonu, seçilen sözcükler gibi. Gelen bu mesajlara sezgisel olarak bir anda, düşünmeden yanıt vermekteyiz. Ama, aslında çok aşamalı ve karmaşık bir bilişsel süreç işlemektedir arka planda. Karşıdan gelen çoklu mesajların ne söylendiğini anlamalı, düşüncelerimizi organize etmeli, vermek istediğimiz cevaba öncelik vermeli ve ifade etmek için uygun kelimeleri geri çağırmalı ve seçmeliyiz. Yani bilişsel alanımızda hummalı bir çalışma meydana gelmektedir. Fakat herhangi bir güçlük olmadığında, bu aşamalar hızlı bir şekilde gerçekleşebilmektedir. Bu durumu matematik problemleri üzerinden yeniden düşünmek somutlaştırmamıza destek olabilir. Matematiksel işlemlerde yetenekli biri bir problemi saniyeler içinde otomatik olarak kafasında yapabilir. Diğer kişiler ise problemleri çözmek için zamana, kağıda-kaleme, problemi çözecek stratejilere ve problemi adım adım çözmeye ihtiyaç duyar. İşte benzer şekilde, bu anlık sosyal mesajları bir dizi aşamaya ayırırsak pek çoğumuz bu adımları yıldırım hızında gerçekleştirmekte oldukça iyiyizdir. Ancak sosyal ve iletişim sorunları olan çocuklar bu bilişsel sürecin bazı basamaklarında takılabilmektedir. Bu durum onların otomatik olarak belirli alanlara erişememelerinden kaynaklanabilmektedir. Fakat matematik öğrenirken temel matematik konularından başlandığında ve kişinin öğrenmek için ihtiyaç duyduğu sayıda egzersiz yapıldığında pek çok matematik problemini çözebilir hale gelinebilir. Bu noktada var olan performansımız ve tekrar etmek önem kazanmakta. Matematik öğrenmeye benzer şekilde sosyal-iletişimsel zorlanmalarda da bilişsel performansın değerlendirilmesi ve tekrarlar yoluyla güçlüklerin telafi edilmesi desteklenebilmektedir. Temel bir örnek olarak; yüz ifadelerinin hangi duygulara eşlik ettiğini anlamada zorluk çeken çocuklara yüz ifadelerinin ilettikleri mesajların öğretilmesindeki gibi.

    Bahsettiğimiz üzere, öğrenme güçlüğü ve dikkatsorunları yaşayan çocukların bilişsel süreçlerindeki zorlanmalar akademik yaşantılarında başarısızlığa neden olduğu gibi sosyo-iletişimsel ve sosyo-duygusal alanda da tahribat yaratabilmektedir. Derslerde yaşanan başarısızlığa akranlarla yaşanan güçlüklerde eklendiğinde okul yaşamından hızla uzaklaşabilmektedirler. Hatta bu durum okulu bırakmaya kadar gidebilmektedir. Bu noktada çocuğu bir bütün olarak ele almak ve akademik alan kadar diğer alanları da desteklemek; çocuğun daha sağlıklı ve başarılı bir birey olmasına yardım edecektir.

  • Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Belirtileri

    Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Belirtileri

    Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) nedir? Belirtileri Nelerdir?

    Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu; aşırı hareketlilik, dikkatin kolayca dağılması, aklına geleni hemen yapma – kendini frenliyememe yani dürtüsellik şeklindeki üç temel belirtilerin yaşamın en az bir alanında hayatını etkileyecek düzeyde bulunmasını ifade eden, hayat boyu süren ruhsal bir rahatsızlıktır. Tüm bu belirtiler her çocukta az çok görülmekle beraber bu tanıyı alan kişilerde çok daha şiddetli bir şekilde ve yaşamını etkileyecek boyuttadır. Sadece ders çalışmamak ve fazla hareketli olmaktan ibaret bir rahatsızlık değildir.

    DEHB’nin Temel Belirtileri Nelerdir?

    3 belirti grubundan bahsedilebilir:


    1. Dikkatin Kolay Dağılması

     

    Dikkat eksikliği olan çocukların dikkat süresi akranlarına göre daha kısadır yani dikkatini sürdürmekte zorluk çekerler. Zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınırlar, ders çalışmak istemezler, ders esnasında başka şeylerle meşgul olurlar. Yönergeleri takip etmekte güçlük çekerler, dinlemiyormuş gibi görünürler. Dalgındırlar ve hayallere kapılırlar. Günlük etkinliklerde unutkandırlar, yapması gereken işleri unuturlar, eşyalarını sıklıkla kaybederler. Çabucak sıkıldıkları için başladığı işi genellikle yarım bırakırlar. Ödevleri tamamlamaları uzun zaman alır, diğer çocuklara oranla daha fazla çaba göstermeleri gerekir. Bu yüzden erken tükenirler, daha fazla hata yaparlar. Genellikle dağınıktırlar ve kafaları karışıktır bu yüden görevleri organize etmekte güçlük çekerler. Tanı koymak için tüm bu belirtilerin çoğunun, sık sık ve birden fazla ortamda, hayatın en az bir alanında olumsuz etki oluşturulması gerekir. Bununla beraber DEHB’li olan çocuklar ilgi alanlarında uzun süre dikkatlerini sürdürebilirler Örneğin uzun süre lego oynamak ve televizyon izlemek gibi. Aileler bundan dolayı çocukta dikkat eksikliği olmadığını düşünebilirler. Bunun yanında bu çocuklar aynı anda birçok şeyle ilgilenebilirler. Örneğin bir taraftan oyuncakla oynayıp aynı anda anne babayı dinleyip onlara müdahele edebilirler. Bu aslında dikkatin bölündüğü anlamına gelmektedir.

    2. Hiperaktivite

    Hiperaktivite yani aşırı hareketlilik, çocuğun yaşına uygun olmayan şekilde fazla hareketli olduğunu ifade eder. Bu çocuklar çoğu zaman motor takılmış gibi hareket halindedirler. Durduğu yerde duramazlar kıpır kıpırdırlar, eşyaların tepelerine tırmanırlar, ders sırasında durması gereken yerde uygun şekilde oturamazlar, aşırı derecede koştururlar, sessiz oynamakta güçlük çekerler ve çok konuşurlar.

    3. Dürtüsellik

    Dürtüselllik, çocuğun kendini kontrol edememesi, frenliyememesi, davranışlarının sonuçlarını düşünmeden hareket etmesi anlamına gelir. Dürtüsel olan çocuklar sorulan soru tamamlamadan cevabın yapıştırırlar, düşünmeden konuştukları için saygısız ve kırıcı davranırlar, konuşurken araya girenler, sabırsızdırlar, sırasını beklemek güçlük çekerler. isteklerin hemen yerine getirmesini isterler, oyunun kuralına uymazlar, istediği gibi hareket etmek isterler. Bu yüzden arkadaş ortamında dışlanabilirler. Aslında ne yapmaları gerektiğini bilirler ama bunu uygulayamazlar. Bu durum karşı tarafın sinirlenmesine ve tepki vermesine neden olur. Öfkelidirler, aniden parlarlar. Bu yüzden sık sık kavgaya karışırlar. Bu davranışlar okul hayatında okuldan uzaklaştırmaya varan ciddi sorunlara sebep olabilir. Ergenlik döneminde hızlı araç kullanma, uyuşturucu madde ve alkol kullanma, suç işleme ve uygunsuz cinsel ilişki gibi davranış sorunları görülebilir.

     

    Herhangi bir bireye DEHB tanısı koymak için tüm bu belirtilerin 7 yaşından önce başlamış olması, akademik sosyal ve bireysel anlamda sorun oluşturacak düzeyde olması gerekmektedir. 

  • EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)

    EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)

    EMDR Terapisi nedir? Hangi tür problemlerde kullanılmaktadır?

    Hayatımızda küçük yahut büyük travmalarımız olabilir. Büyük travmalara örnek olarak taciz ,tecavüz ,doğal afet kaynaklı kayıpları sayabiliriz .Bununla birlikte dışardan bakıldığında fazla göze batmayan fakat uzun vadede insan hayatını olumsuz anlamda etkileyip ruh sağlığını bozabilen küçük travmalarımız da vardır ,örneğin çocukluk döneminde bir törende şiir okurken yaptığımız küçük bir hataya kahkahalarla gülünmesi daha sonra ki hayatımızda topluluk karşısında konuşamamamıza sebep olabilir veya çalışma hayatında maruz kalınan yoğun baskı ciddi anlamda kaygılı hale getirebilir kişiyi. Yaşadığımız birçok psikolojik problemin temelinde büyük yahut küçük travmalarımız vardır.

    Bizi travmatize eden olayların sebep olduğu psikolojik hasarları beyin tamir etme gücüne sahiptir fakat bazen bu tamir edebilme hali farklı sebeplerden dolayı gerçekleşemez. Travmatik olayın zamanı,nekadar sürdüğü, uzman desteği alınıp alınmadığı,travmatik olayın kişi için anlamı, olay sonrası normal hayata adaptasyonu ve çevresinin desteği kişinin ilerki yaşantısında psikolojik sağlıklılığı üzerinde etkilidir. Şuan yaşanan bazı tetikleyici durumlar, geçmişte olan ve kişiyi hala sıkıntıya sokan düşünceleri ,duyguları ve beden duyumsamalarını harekete geçirebilmektedir. Sağlıklı bir süreçte beyin olumsuz yaşantıların etkisini zamanla hafifletir ,beyin bunu doğal seyrinde yapar ,olay hatırlansa da, anı kişiyi çok rahatsız etmez yahut çok az rahatsızlık hissettirir. Fakat bazen bu doğal süreç işleyemez ve bilgi işlemleme süreci tıkanıklık yaşar,yaşanan travmatik olayla ilgili resim, düşünce ve duygular işlenmeden kalır,kişi geçmiş yaşantısından kurtulamaz ve travmatik anıyı o an ki şiddetiyle yaşamaya devam eder.

    EMDR, bu işlenmemiş anıları yeniden canlandırarak, çift yönlü uyaranla sağlıklı bir şekilde işlenmesini sağlar. Böylelikle, travmatik yaşantıların kişi üzerindeki olumsuz izleri ortadan kalkar. EMDR terapisi geçmişte yaşanan ve rahatsızlık veren anıların beyindeki olumsuz ve istenmeyen etkilerini dönüştürmeye, travmanın yarattığı duygusal kilitlenmişliği açmaya ve kişinin doğal iyileştirici kaynaklarının harekete geçirmesini çok sayıda psikoloji yaklaşımının çeşitli öğelerini biraraya getirerek sağlayan hızlı, güvenilir ve çözüm odaklı bir terapi yaklaşımıdır,ilaç ve hipnoz kullanılmadan uygulanır.

    Terapistin, danışanın gözlerini sağa ve sola hareket ettirmesiyle (danışanın terapistin parmağını takip etmesi şeklinde) beyninin her iki yarımküresini hafifçe uyarması ve danışanın rahatsızlık veren anı ve duygulara yoğunlaşmasıyla gerçekleşir. Dikkatin farklı yönlerden gelen uyarılara odaklanması, danışanın iyileşme sürecini hızlandırdığı düşünülmektedir.

    EMDR terapisinin travma sonrası stres bozukluğu yanında çocuk, ergen ve yetişkinlerde farklı problem türlerinde de oldukça etkili olduğu görülmüştür.

    EMDR terapisinin etkili olduğu ve kullanıldığı alanlar;

    • Akut travma,Travma Sonrası Stres Bozukluğu

    Cinsel Taciz

    Tecavüz

    Fiziksel Şiddet

    Psikolojik Şiddet

    Olumsuz Çocukluk Yaşantıları

    Doğal afet veya insan eliyle oluşturulan felaket mağdurlukları

    Aldatılma

    Aldatma

    Terkedilme

    Kaza, ameliyat, ya da yanıklara maruz kalma ve buna bağlı olarak duygusal ve fiziksel açıdan rahatsızlık

    • Depresyon
    • Kaygı Bozuklukları (Panik bozukluk, Yaygın Kaygı Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk)
    • Fobiler ve Korkular (Sosyal Fobi, Yükseklik Korkusu, Uçak Korkusu, Agorafobi vb.)
    • Kayba bağlı yoğun üzüntü ve yas
    • Özgüven Problemleri
    • Performans Kaygısı (Sınav Kaygısı vb.)
    • Öfke ve Stres Yönetimi
    • Psikolojik Kökenli Fiziksel Rahatsızlıklar (Kronik Baş Ağrısı, Fibromiyalji vb.)
    • Kilo Kontrolü ve Yeme Bozuklukları
    • Beden Algısı Bozukluklar
    • Yoğun stres altında çalışan kişilerde
    • Aile, evlilik sorunları ve cinsel sorunlar yaşayan kişilerde
    • Çocuklar ve ergenlerin yaşamış oldukları travmalara bağlı gelişen semptomlarda
    •  
      Bağımlılığın tekrarlama riskinin düşürülmesinde

    EMDR tedavisinin etkisi kalıcı mıdır?

    EMDR terapisinin bitimini takip eden yıllarda çoğu danışanın terapiden elde ettiği faydayı koruduğu görülmektedir.Emdr terapisinin kalıcılığı diğer tüm terapilerde olduğu gibi farklı faktörlere bağlıdır.Terapist ve danışan arasındaki uyum,terapinin süresi,danışanın elde ettiği faydayı sürdürebilmesi ve kazandığı becerileri hayatına adapte edebilme kabiliyeti,isteği ve çabası oldukça önemlidir.

    EMDR tedavisi kaç seans olmalı ve anılar işlenmeye başlanmadan önce kaç seans yapılmalıdır?

    Terapinin seans sayısı problem türüne,yoğunluğuna ve danışanın hayat öyküsüne bağlı değişiklik göstermektedir. EMDR terapisinin süresiyle alakalı yapılan araştırmaların sonuçlarına göre anıyı ele alıp rahatsızlık vermeyen bir hale getirebilmek için 1-3 seans yeterli olmaktadır bununla birlikte bir anıyı ele almak henüz çalışılmamış olan benzer diğer anıları da olumlu anlamda etkilediğinden dolayı EMDR terapisinde geçmişteki her bir olumsuz deneyimi tek tek çalışmak gerekmemektedir. Terapinin süresi üzerinde çalışılması gereken anıların sayısına ve danışanın ilerleme hızına gore değişmektedir ve ona göre planlama yapılmaktadır.Bununla birlikte kısa süreli terapi yaklaşımıdır diyebiliriz.

    Anıları çalışmaya başlamadan önce danışanın duygu kontrolü ve gevşeme yöntemlerini öğrenmesine yönelik yapılan hazırlık çalışmalarının akabinde yaklaşık bir yahut iki seans sonra anılar çalışılmaya başlanır.

    Uzman Psikolog Zeynep MENDERES

  • Özel Eğitim Sürecinin Planlanması

    Özel Eğitim Sürecinin Planlanması

    Özel Eğitim Sürecinin Planlanması

    Bireylerin tanılanması sürecinin ardından aileler çocuklarının bu yolculukta eğitim ile ilgili en faydalı olacak yolu belirleme çabası içinde olur. Eğitsel planlamaya yönelik olarak değerlendirme aşamasına geçilir. Formal ve İnformal olarak değerlendirmeler sonrasında seans sıklığı, kullanılması muhtemel yöntem/teknikler ve yapılacak uyarlamalar belirlenerek aileye bilgi paylaşımında bulunulur. Her birey bir başka bireye göre farklı bir gelişime sahiptir, bu nedenle kendi performansına uygun ve özgün bir program oluşturuluyor olması nedeniyle aileye ayrıntılı ve anlaşılır bir bilgilendirme yapılması önemli yer tutar.

    Hazırlanan programda amaç bireyin gelişim basamaklarında gösterdiği performans göz önünde bulundurulurak bir sonraki kazanılması muhtemel amaçlar programa dahil edilerek bireye uygun uyarlamalar (düzenlemeler) yapmaktır. Hazırlanan programın uygunluğu sürecin işbirlikçilerinin, ailenin ve en önemlisi de bireyin motivasyonunu korumasına, kazanım elde etmesine ve akranlarıyla arasında olan farkın kapanmasına yardımcı olur. Elde edilen kazanımlar terapist tarafından belirlenen periyotlarda gözden geçirilerek yeni amaçlar programa eklenerek aileler bilgilendirilir.

    Özel eğitim ile ilgili sıklık terapist tarafından belirlenerek yoğunluğun artması için de aile terapi sürecine dahil edilerek günlük yaşamda da yapılan çalışmaların desteklenmesi sağlanır. Bu nedenle ailelerin terapilere etkin olarak katılması literatürde yer alan sıklığı desteklemek adına önemlidir.

    Özel eğitim sürecinin bireyin gelişiminde destek sağlayan bir yolculuk olduğu göz önünde bulundurularak bu yolculukta uygun eşlik sağlamak kıymetlidi.

    Özel Eğitimde Eklektik Çalışmanın Önemi Nedir? 

    Her alanda olduğu gibi özel eğitimde de ekip çalışması önemlidir. Bireylerin bireysel farklılıkları doğrultusunda özel eğitimin yanı sıra dil ve konuşma, ergoterapi, floortime ve psikolojik destek alması gerekebilir. Bu gereksinim her bireyin performansına göre değişkenlik göstermektedir.

    Motor planlama, dil gelişimi, çevreden gelen uyaranları işlemleme, anne ile bireyin arasındaki duygusal bağın olumlanması gibi ekibin işbirlikçileri tarafından sağlanan destek özel eğitim sürecindeki frekansın artmasına destek sağlayabilmektedir. Bireyi takip eden doktorun önerisi ve/veya ekipte yer alan terapistlerin kendi uzmanlık alanları doğrultusunda yaptıkları değerlendirme sonrasından terapi ihtiyacı ve sıklığı belirlenmektedir.

    Ekip içerisinde kendi alanlarında uzman terapistlerin olması bireylerin gelişiminin takibi açısından kıymetlidir. Bu nedenle sürecin planlamasında eklektik yapıya sahip bir ortamın oluşturulması önem arz etmektedir.

    Floortime temelli uygulamaların özel eğitim sürecine entegrasyonu

    Gelişimin desteklenmesinde sosyal duygusal alan önemli yer tutar. Bireyin duygusal olarak kendini tanımlayabilmesi, niyetini/duygusunu ifade ediyor olması, empati yeteneğinin gelişmesi gibi kazanımlar bilişsel olarak elde edinilenlerin hayata entegre edilmesinde önemli yer tutar. Doğal ortamda bireyin kendi motivasyonu dahilinde sürece dahil oluyor olması, genel olarak yapılandırılmış özel eğitim sürecindeki kazanımları aktarmasını sağlar. Floortime temelli uygulamaların özel eğitim sürecinde gözetilmesiyle, duygularını tanımlayan, etkileşim motivasyonu yüksek bireyler hem günlük yaşam içerisinde hem de başkaları tarafından organize edilmiş olan ortamlarda katılımcı olurlar.

    Fonsiyonel duygusal gelişim basamaklarının göz önünde bulundurulması ile birlikte sadece bilgi öğrenmeye yönelik değil, ilişkiyi sürdürmeye niyeti olan bireyler yetişir.

  • Otizmli Bireylerde Dil Gelişimi

    Otizmli Bireylerde Dil Gelişimi

    Otizm, iletişimde ve sosyal becerilerde problemlere neden olan gelişimsel bir bozukluktur. Otizmde karşılaşılan sorunlardan en önemlisi; otizmli bireyin sosyal etkileşimidir. Sosyal etkileşimi gerçekleştirmenin en etkili yolu; dili etkili kullanmaktır. Günlük hayatta dili birçok alanda kullanmaktayız; kendimizi ifade etmek, bağlama uygun konuşmak, duygu ve düşüncelerimiz anlatmak ve hatta şarkı söylemek, etkili bir şiir okumak için kullanırız. Sosyal ilişkinin temel koşulu; dil ve konuşma becerilerine sahip olmaktır.

    Çocuğu otizm tanısı almış, ailelerin birçoğunun başvurduğu öncelikli alan konuşma terapisidir. Konuşma terapisine öncelikli başvurulmasının nedeni: Otizmin en belirgin özelliği olan; dili anlama ve konuşmada yaşanan güçlüktür. Otizmli bireylerde dil ve konuşma terapisinin daha etkili olabilmesi için çocukların konuşma terapisinden önce kazanması gereken bazı beceriler vardır bu becerileri edinmeden terapiye alınan çocuklarda istenen başarı sağlanamamaktadır. Dil ve konuşma terapisine başlamadan önce çocuğun: Ortak dikkat ve regülasyonu sağlayabildiğinden emin olmak gerekmektedir çünkü sakinliğini koruyamayan ve ortak dikkatini kuramayan çocuklarda terapi aksamakta ve çoğu zaman başarıya ulaşamamaktadır. Bu da terapist, ebeveyn ve çocuk için zaman ve emek kaybına neden olmaktadır.

     

    Normal gelişim gösteren bireylerde dil gelişimi; bakma ve dinleme, oyun, anlama, konuşma, artikülasyon basamaklarını takip ederken otizmli bireylerin alt beceri basamaklarında zorlandığını görmekteyiz. Yani bakma ve dinleme basamağında karşısındaki kişiye bakma, dinleme, göz teması kurma ve iki yönlü etkileşime geçmekte zorlandıklarını görmekteyiz. Üst basamağa çıktığımızda, çocukların gelişiminde büyük öneme sahip olan oyun basamağında otizmli çocukların karşılıklı oyun oynama, oyun başlatma, oyunu manipüle etme ve sembolik oyunu oynamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Temel becerileri yerine getirmekte zorlanan otizmli bireyleri üst basamaklarda çalıştırmaya başlatmak terapinin verimsiz olmasına ve çocukların motivasyonlarının düşmesine neden olmaktadır. Önce bakma ve dinleme sonra oyun olmak üzere her basamağı çalıştıktan sonra otizmli bireyleri dil ve konuşma programına kabul etmek yerinde bir plan olacaktır.

    Dil Konuşma Terapisiyle Temel Hedeflerimiz Neler Olmalı?

    Dil, çıkarılan seslerden ziyade anlamla ilgilidir ve bilişsel becerilerle yakından ilişkilidir. Günlük hayatta dili sözel ve sözel olmayan (jest, mimikler) biçimde kullanırız. Otizmli çocuklarda temel hedefimiz: Bireyin dili etkili bir şekilde kullanmasını sağlamak, iletişime geçme isteğini artırmak ve dilin bileşenlerine odaklanmaktır. Otizmli çocuklar dilin en fazla pragmatik ve semantik boyutunda zorlanmaktadırlar. Dili bağlamına uygun bir biçimde kullanma; sohbeti başlatma, sürdürme ve şekillendirmede güçlük yaşamaktadırlar. Dil ve konuşma terapisinde hedefimiz; çocuğun dil becerilerini iletişime yönelik kullanmasını sağlamaktır.

    Otizmli çocuklar nesnelerle daha çok ilgilidirler ve çevresindekilerle iletişim kurma becerileri düşüktür. Tek başına tüm işlerini halletmeye ve isteklerini yapmaya çalışır; bunun için çevresindekilerden yardım istemezler. Dil konuşma terapisi ile öncelikli hedefimiz çocuğun ilgisini nesnelerden ziyade karşısındaki insana yöneltip iletişime geçmesi için teşvik etmek olacaktır. Sözel olarak iletişime geçmeye başlayan otizmli çocuklarla sözel olmayan jest, mimiklerin kullanımı da dahil edilerek uyumlu, işlevsel dil becerileri öğretilmesi hedeflenmektedir.

    Dili, isteklerini belirtmek için kullanan çocuklarda bu beceriyi zamanla daha geniş alanlarda kullanmasını hedeflemeliyiz: İsteme, reddetme, evet- hayır sorularına cevap verme… Son aşamada ise çocuğun karşılıklı konuşmaya katılımını sağlama ve sohbeti sürdürmesi hedeflenmektedir. Bunun dışında dil ve konuşma terapisinin; çocuğun konuştuğu konuları çeşitlendirme, sözcük dağarcığını artırma, soru sorma ve cevap verme gibi iletişimin etkili unsurlarını kazandırma amaçları bulunmaktadır.

    Otizmde Dil Konuşma Terapisine Kaç yaşında Başlamalıyız?

    Otizmli çocuklarda erken ve yoğunlaştırılmış eğitim çok önemlidir. Çocuğun eğitimi için değerlendirme yapacak kişilerin kendi alanlarında uzman ve işbirliği içinde çalışması önem kazanmaktadır. Konuşma terapisine başlamak için belirli bir yaştan söz edemeyiz ancak mümkün olduğunca erken yaşta başlanması önerilir.

    Zehra Gökduman

    Dil ve Konuşma Terapisti

    201 Floortime Terapisti

  • Pandemi Sürecinde Çocuklarla Etkili İletişim

    Pandemi Sürecinde Çocuklarla Etkili İletişim

    Dünyayı etkisi altına alan Korona virüs pandemisi nedeniyle bu süreçte evde kalmak zorundayız! Peki bu süreçte çocuğumuzla nasıl daha kaliteli bir zaman geçirebilir, nasıl dil gelişimine destek olabiliriz?

    Pandeminin ne zaman sona ereceği, hayatın normal akışına ne zaman gireceği henüz belirsizliğini koruduğu bu süreçte yetişkinler gibi çocuklar da oldukça kaygılıdır. Salgın hastalıkların yoğun olduğu dönemlerde kaygı seviyesinin yükselmesi, panikle istenmeyen davranışların ortaya çıkması oldukça yaygın bir durumdur. Kaygı, çoğunlukla belirsizlikten kaynaklanan bir problem olduğu için öncelikle sakin bir şekilde konu hakkında bilgilenmeli ve çocukların anlayacakları dilde, somut, gerçekçi bir düzeyde aktarmalıyız.

    Pandemi Sürecinde Çocuğumun Dil Gelişimini Nasıl Desteklemeliyim ve Neler Yapmalıyım?

    Oyun, çocukların hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Çocuklar paylaşmayı, anlaşmayı, iletişim kurmayı oyun oynarken çok daha kolay gerçekleştirmekteler. Oyun, çocuklar için hayatın bir yansıması, küçük bir prototipidir. Bundan dolayı hayatta yapmak istedikleri, söylemek istedikleri ya da hayalini kurdukları birçok şeyi oyun içinde yansıtmaktadırlar. Oyun, çocuklar için bu kadar önemli ve işlevsel iken o halde çocukların dünyalarına ulaşmanın en kolay yolu elbette oyundur! Bu kaygılı süreçte oyunla hem çocukları eğlendirebilir hem de dil gelişimlerini destekleyebiliriz. İletişimin en temel unsurlarından; karşıdaki kişiyi dinleme, sohbeti başlatma, sürdürme gibi becerileri oyun aracılığıyla çocuklarımıza aktarabiliriz. Kişilerarası iletişimde saygı, ilgi, konuşma sırasını bekleme, karşıdaki kişinin gözlerine bakma gibi önemli sosyal becerileri de oyun içinde çocuklarımıza rol model olarak kazandırabilmekteyiz. Çocuklarla oyun oynarken, çocukların anlayacağı şekilde olumlu, kısa, basit, somut ifadelerle çocukların hayatında yer alan kavramları kullanarak iletişim becerilerini öğretmek çok daha işlevsel olmaktadır.

    Çocuğumun Kullanacağı Kelimeleri Nasıl Çeşitlendirebilirim?

    Çocuğumuzun etkili, amaca uygun, işlevsel cümleler kullanabilmesi; etkili bir iletişimin yolu öncelikle empatiden geçmektedir. Pandemi sürecinde kaygılı olan ebeveynler çoğunlukla kaygılarını çocuklarına da yansıtabilmektedirler. Bu, çocukla iletişimi engelleyen bir durumdur. Çocuğunuzun sağlıklı bir benlik oluşturmasını istiyorsanız öncelikle sizin psikolojik açıdan sağlam olmanız gerekmektedir. Kaygılarınızı en alt seviyede çocuklarınıza yansıtmalısınız ki çocuğunuzla aranızda güven ilişkisi oluşsun. Çocuğun neler hissettiğini, neler düşündüğünü çocuğun anladığı şekilde aktardığınızda sizinle güvenli iletişime hazır olmuş olacaktır.

    Bu şekilde;

    • Çocuğunuzla göz teması kurunuz.
    • Sözel ifadeleriniz; jest ve mimiklerinizi pozitif olsun.
    • Çocuğunuzun anlayacağı kısa, net, somut ifadeler kullanınız.
    • Çocuğunuz konuşmaya başladığında dinleyip  onu anladığınızı cümlelerinizle ifade ediniz.
    • Çocuğun konuşmasını sağlayacak açık uçlu sorular yöneltiniz.

     

    Çocuğunuz 5 yaşında ve o gece uzaya gittiğini söylüyorsa buna: “Öyle şey olur mu? Sen dün gece mışıl mışıl uyuyordun.”  Demekle “ Peki, uzayda neler gördün, anlatmak ister misin?” demek arasında çok fark vardır. 5 yaşındaki çocuk o yaş itibariyle hayali birçok şeye inanır önemli olan çocuğun dünyasıdır.

    Çocuğunuz halen konuşamıyor ya da sınırlı sözcüklerle kendisini ifade ediyor olabilir. Bu tür durumlarda ebeveynlerin sözel olmayan tepkileri çok önemli olmaktadır. Kişilerarası iletişimde bireyler anlatmak istediklerinin %90’ını jest ve mimikleriyle ifade etmektedirler. İşitme yetersizliği olan bireyler ya da daha kelime dağarcığı gelişememiş bireylerle iletişimde ses tonunuz, yüz ifadeniz, konuşurkenki duruşunuz iletişim kalitenizi belirlemektedir. Bu durumda yüz ifadenizin pozitif, enerjik, sevecen olması çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlayacaktır.

    Çocuğumun Dil Gelişimi Desteklemek İçin Materyal Almalı Mıyım?

    Dil gelişimini desteklemek için ekstra bir materyal almanıza ya da oyun kurmanıza gerek kalmadan yaptığınız günlük işleri eylem ile beraber anlatmak yani paralel konuşma dediğimiz; bir eylemde bulunurken aynı zamanda çocukla konuşmak, çocuğu konuşturmak esasına dayanan işlemle de gerçekleştirebilirsiniz. Örneğin yemek masası hazırlarken şimdi kaşıkları alıyorum ve sofrayı kuruyorum.  Şeklinde ebeveynler kendi yaptıklarını sözel ifade ile destekleyince çocuğa da model olmuş oluyorlar.  Ortak dikkat kurmaya özen gösterin. İlgilendiğiniz ortak nesne ve aktivite üzerinde konuşup aynı olayla ilgilenin. Çocuğunuzla konuşurken abartılı tonlama yaparak, sözcükler arası beklemeler yaparak çocuk odaklı konuşmalara sergileyin.

  • YAKIN DOSTLAR: GELİŞİM VE ÖĞRENME

    YAKIN DOSTLAR: GELİŞİM VE ÖĞRENME

    Çocuk gelişimi temel gelişim ilkeleri, karantina günlerinde, ebeveynler için yol gösterici olabilir. Birlikte küçük bir başlangıç yapalım.

    Çocuk gelişimi; hangi bilgi, beceri, tutum ve davranışların hangi yaş düzeyinde ortaya çıktığını bize söyler. Çocukların içinde bulunduğu gelişim dönemi itibariyle, çocuk neyi öğrenmeye ihtiyaç duymaktadır veya hangi gelişim alanı hız kazanmıştır bunu bilmemizi sağlar. Çocuk gelişimi bize sağlıklı nesiller yetiştirmemizde yardımcı olan bir yol haritasıdır.

    Çocuk gelişimi çocuğu tanımaktır. Bizim doğru beklentiler içinde olmamızı sağlar. Biz bu sayede biliriz ki; dil gelişimi ardışık ve birikimli bir sıra izler. Çocuğun önce ses denemeleri yaparak başladığı yolculukta, heceler, kelimeler ve azdan çoğa doğru ilerleyen cümlelerin üretildiği bir yol izler. Çocuk gelişimi, çocuğu bir bütün olarak görür. Gelişim alanlarının hiçbiri bir diğerinden daha önemli değildir. Sadece gelişimde kritik dönemler vardır. Bir gelişim alanı diğerine oranla hız kazanır ve bu hız kazanan gelişim alanı o dönem için büyük önemdedir.

    Yürüme öncesi dönem itibariyle çocuk, bedensel koordinasyonu sağlamak amacıyla hareket etme ihtiyacını arttırır. Çocuk hareket ettikçe kaslar olgunlaşır ve hazır-bulunuşluk düzeyine ulaştığında çocuk yürümeye başlar. İşte bu süreçte motor gelişim hız kazanmıştır. Tüm gelişim alanları birbiriyle bir çarkın dişlileri gibi iç içe geçmiş olarak ilerler. Herhangi bir alanda meydana gelen aksama diğer alanları da etkiler.

    İşte tüm bu gelişimle ilgili bildiklerimiz kuramsal çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde bizler doğum öncesi dönemden itibaren bir canlının meydana gelmesinde hangi evrelerden geçtiğini bilmekteyiz. Bilimsel gelişim yaklaşımları eğitimcilere ve ailelere çocuğun gelişimsel ödevlerini sunmaktadır. Çocukların bu ödevleri gerçekleştirmesinde, onların eğitiminde doğru zamanda doğru uyaranları sunarak bizde bu süreci desteklemekteyiz. Örneğin 4 yaşına gelmiş ve hala hiç kelime üretmemiş bir çocuk için aile bir uzmana başvurması gerektiğini bilmektedir. Ya da 2 yaşında bir çocuğun yaşından beklenen düzeyin biraz altında kelime kullanıyor olması bize gelişimde bireysel farklılıkların olduğunu söylemektedir.

    Gelişim ve öğrenme birbiriyle yakın temas halinde iki sıkı dosttur. Gelişim dönemleri bize çocuğun hangi zamanda neyi öğrenmesi gerektiğini, neyi öğrenmeye ihtiyaç duyduğunu, nasıl etkin ve kalıcı olarak öğrenebileceğini söyler. 0-1 yaş dönemindeki bebeğin çevresinde en çok ihtiyaç duyacağı varlık anne iken; yürüme, tuvalet eğitimi gibi ödevlerini artık gerçekleştirmiş 3-4 yaş çocuğunun farklılaşmış zengin çevresel uyaranlara ihtiyacı vardır.

    Çocukların ihtiyaçlarını ve ritmini merkeze alan aile ve formal eğitim, öğretim uygulamalarını yapılandırırken çocuğu bir bütün olarak gelişim özelliklerine göre ele alacaktır. Çocuğun aktif olmasına, yaparak-yaşayarak, deneyimleyerek öğrenmesine imkan sağlayacaktır. Çağdaş öğrenme ve gelişim teorileri, çocukların kendi öğrenmelerini kendilerinin, kendi bilişsel süreçleri içinde yapılandırdığını söylemektedir. Ve bu süreç düşünmeyi, sorgulamayı, öğrenmeyi öğrenmiş olmayı kapsamaktadır.

    Bu noktada ebeveynlere düşen görev, çocuğun gelişimini ve haklarını merkeze alan, çocuğu edilgen değil de etkin olabileceği etkinliklerle meşgul etmekten geçmektedir. Özellikle 0-6 yaş gibi insan ömrünün en değerli ve telafisi mümkün olmayan yıllarının doğru eğitim ve yaklaşımlarla zenginleştirilmesi önem taşımaktadır.

    Nesil Sezgi Yılmaz

    Erken Çocukluk Eğitimcisi